e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 44 (2)
Cilt: 44  Sayı: 2 - 2023
ARAŞTIRMA
1.
Diş Rengindeki Restoratif Materyallerin Farklı İçeceklerde Bekletilmesi Sonrası Renk Stabilitelerinin ve Yüzey Pürüzlülüklerinin Değerlendirilmesi
Color Stabilities and Surface Roughnesses After Holding Assessment of Restorative Materials with Tooth Color in Different Beverages
Merve Abaklı İnci, Hazal Özer, Vasfiye Büşra Ercan
doi: 10.5505/eudfd.2023.60590  Sayfalar 93 - 99
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada farklı solüsyonlarda bekletilen kompozit, kompomer, rezin modifiye cam iyonomer siman (RMCIS), pediatrik prefabrik zirkonyum kron materyallerinde meydana gelen renk değişimi ve yüzey pürüzlülük değerlerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda kompozit, kompomer ve RMCIS materyallerinden (10x3mm) toplam 210 örnek hazırlanmıştır. Pediatrik zirkonyum kronlar ise prefabrike olarak hazır bir şekilde kullanılmıştır. Örneklerin başlangıç renk değerleri spektrofotometre ile yüzey pürüzlülük değerleri ise profilometre ile ölçülmüştür. Daha sonra örnekler distile su (kontrol grubu), kola, vişne suyu, çilekli süt, demir şurubu ve iki farklı renklendirici içeren analjezik süspansiyon solüsyonlarına daldırılmış; 1.,7. ve 28. günlerde renk ölçümleri tekrarlanmıştır. Yüzey pürüzlülüğü (Ra) ve renk değişim değerleri (ΔEab) arasındaki farklar, iki yönlü varyans analizi (ANOVA) testi kullanılarak değerlendirilmiştir(p<0.05).
BULGULAR: 28 günlük değerlendirme sonucunda RMCIS materyalinde kompozit ve kompomer materyallerine göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla renk değişimi gözlenirken (p<0,05), pediatrik prefabrik zirkonyum kron materyallerinin renk değişim değerlerinde önemli bir fark görülmemiştir (p>0,05). Yüzey pürüzlülük değerlerinin hem materyal, hem solüsyon hem de materyal-solüsyon faktörlerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde etkilendiği görülmüştür (p<0,05). En yüksek yüzey pürüzlülük değerleri ise kompozit grubunda gözlenirken; bunu RMCIS ve kompomer materyalleri izlemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma sonucunda diyetle alınan içeceklerin türünün restoratif materyallerin renk stabilitesine ve yüzey pürüzlülüğüne etkili olduğu; meydana gelen değişimlerin de maruziyet sürelerinden etkilendiği görülmüştür.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to look at color change and surface roughness values of composite, compomer, resin modified glass ionomer cement (RMCIS), and pediatric prefabricated zirconium crown materials after they were stored in various solutions.
METHODS: Total of 210 samples were made from composite, compomer, and RMCIS materials for this study(10x3mm). Spectrophotometer was used to determine the initial color values of the samples, and profilometer was used to determine surface roughness values. Samples were then submerged in analgesic suspension solutions including distilled water(control group), cola, cherry juice, strawberry milk, iron syrup, two distinct colorants; On the 1st,7th,28th days, color measurements were taken once more. Using the two-way ANOVA analysis(p<0.05), differences in surface roughness(Ra) and color change values(ΔEab) were assessed.
RESULTS: As a result of the 28-day evaluation, color change values of RMCIS were the most significant(p<0,05), meanwhile prefabricated zirconium crowns weren't statistically significant(p>0.05). Surface roughness were significantly affected by the variables(p<0,05), Composite group had the greatest surface roughness values, followed by RMCIS and compomer material.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The study found that type of beverage consumed with diet had an influence on color stability and surface roughness of the restorative materials; it was also discovered that exposure times affect the changes that occur.

2.
Daimi Birinci Molar Çekimi Endikasyonu Olan Çocuklarda Diş Çürüklerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Dental Caries in Children with an Indication for Permanent First Molar Extraction
Erva Güçlü, Ebru Hazar Bodrumlu, Simge Durmuşlar
doi: 10.5505/eudfd.2023.78736  Sayfalar 101 - 107
GİRİŞ ve AMAÇ: Süt molarlarda görülen çürüklerin daimi birinci molarlarda çürük oluşma riskini arttırdığı düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, daimi birinci molar çekim endikasyonu konulmuş hastaların süt molarları ve daimi birinci molarlarındaki çürük düzeylerini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 7-9 yaş arasında herhangi bir daimi birinci molar dişine çekim endikasyonu konulan 236 hastanın süt molar ve daimi birinci molar dişlerine ait Caries Assessment Spectrum and Treatment (CAST) indeksinden elde edilen kodları içeren muayene formları geriye dönük olarak incelendi. Değerlendirilen dişler arasında CAST kodlarının korelasyonunu belirlemek için Spearman's rho korelasyon katsayısı kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların %70.8'inde çürük nedeniyle en az bir süt moların daha önceden kaybedilmiş olduğu belirlendi. Çekim endikasyonu konulan daimi birinci molarlar haricindeki daimi birinci molarların önemli oranda morbidite (%42,8) ve ciddi morbidite (%37,3) gösterdiği belirlendi. Daimi birinci molarlar ile komşu ikinci süt molarların CAST kodları değerlendirildiğinde, 16/55, 36/75, 46/85 için pozitif korelasyon bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Herhangi bir daimi birinci molar dişine çekim endikasyonu konulan çocukların hem süt hem de diğer daimi birinci molarlarının sağlık durumlarının çok düşük seviyede olduğu belirlendi.
INTRODUCTION: It is thought that caries seen in primary molars increases the risk of caries formation in permanent first molars. The aim of this study is to evaluate caries rates in the primary and permanent first molars of patients who needed the extraction of a permanent first molar.
METHODS: Examination forms containing the codes obtained from the Caries Assessment Spectrum and Treatment (CAST) Index value of the primary and permanent first molars of 236 patients between the ages of 7 and 9 who needed the extraction of any permanent first molar were examined retrospectively. The Spearman’s rho correlation coefficient was used to explore the correlations of the CAST codes among the evaluated teeth.
RESULTS: At least one primary molar was lost due to caries in 70.8% of the patients. Permanent first molars, except for those that were indicated for extraction, showed significant rates of morbidity (42.8%) and serious morbidity (37.3%). When CAST codes of permanent first molars and the adjacent primary molars evaluated, positive correlation was found for 16/55, 36/75, 46/85.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The health status of both primary and permanent first molars of children who required the extraction of any permanent first molar tooth was on a very low level.

3.
Sertleşme Reaksiyonu Tamamlanan Farklı Kuafaj Materyallerinin Antibakteriyel Etkinliği
Antibacterial Activity of Different Pulp Capping Materials After Completed Setting Reaction
Dilek Akın, Mustafa Ateş, Çiğdem Atalayın Özkaya
doi: 10.5505/eudfd.2023.24392  Sayfalar 109 - 115
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; sertleşme reaksiyonu tamamlanan farklı kuafaj materyallerinin Streptococcus mutans, Lactobacillus acidophilus ve Enterococcus faecalis’e karşı antibakteriyel etkinliğini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada dört farklı kuafaj materyalinin (Dycal-Dentsply, TheraCal LC-Bisco, ProRoot MTA-Dentsply ve Biodentine-Septodont) sertleşme reaksiyonu sonrası antibakteriyel etkinliği agar-difüzyon yöntemiyle test edildi. Materyallerden üretici önerileri doğrultusunda, plastik kalıplarda standart disk şeklinde örnekler hazırlandı (n=6). Agarlı besiyerinde (Tyriptic Soy Agar-Merck) hazırlanan kuyucuklara örnekler yerleştirildi. 24, 48 ve 72 saatlik inkübasyon sonrası materyal çevresinde oluşan inhibisyon zonları ölçülerek antibakteriyel aktivite değerlendirildi.
BULGULAR: Test edilen kuafaj materyallerinden sadece Dycal grubunda 24, 48 ve 72. saatte Streptococcus mutans’a karşı sınırlı bir inhibisyon zonu (16±1 mm) oluşumu saptandı. Diğer gruplarda ise inhibisyon zonu oluşumu gözlenmedi (0 mm). Biodentine grubunda Enterococcus faecalis’e karşı sınırlı bir difüzyon izlenmesine rağmen, inhibisyon zonu oluşumu ile sonuçlanmadığı belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu in vitro çalışmanın sınırları dahilinde; test edilen kuafaj materyallerinin sertleşme reaksiyonu sonrası antibakteriyel aktivite göstermedikleri saptanmıştır. Sadece Dycal grubunda Streptococcus mutans’a karşı sınırlı bir inhibisyon zonu oluşumu gözlenmiştir. Kuafaj materyallerinin antibakteriyel etki mekanizmasının anlaşılması ve ideal kuafaj materyali arayışı doğrultusunda antibakteriyel etkinliği yüksek kuafaj materyali geliştirilmesi için ileri araştırmalar gereklidir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to investigate the antibacterial activity of different pulp-capping materials after completed setting reactions against Streptococcus mutans, Lactobacillus acidophilus and Enterococcus faecalis.
METHODS: The antibacterial activity of four materials (Dycal-Dentsply, TheraCal LC-Bisco, ProRoot MTA-Dentsply and Biodentine-Septodont) was tested by agar-diffusion method. The standardized disc-shaped specimens were prepared in plastic-molds in accordance with the manufacturers’ instructions (n=6). The specimens were placed in the wells prepared in agar-medium (Tyriptic Soy Agar-Merck) after completed setting reaction. Antibacterial activity was evaluated by measuring the inhibition zones around the materials after 24, 48 and 72 hours of incubation.
RESULTS: Among the materials, limited inhibition zone (16±1 mm) against Streptococcus mutans was detected only in Dycal group at 24, 48 and 72 hours. The limited diffusion was observed against Enterococcus faecalis in Biodentine group, but this did not result with inhibition zone.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the limitations of this in vitro study; the tested pulp-capping materials did not represent antibacterial activity after the completed setting reaction. A limited zone of inhibition against Streptococcus mutans was observed only in Dycal group. Further studies are necessary to clarify the antibacterial-action mechanism of pulp-capping materials and to develop innovative materials with high antibacterial activity.

4.
Türkiye'de Dişhekimliği Öğrencilerinin Kanama Kontrolüne Yönelik Bilgi ve Tutumlarının Değerlendirilmesi: Ulusal Bir Araştırma
Assessment of the Dental Students' Knowledge and Attitudes Toward Bleeding Control in Turkey: A National Survey
Kevser Sancak, Mehmet Emre Yurttutan, Ozan Kaan Venedik, Serpil Altundoğan
doi: 10.5505/eudfd.2023.78309  Sayfalar 117 - 123
GİRİŞ ve AMAÇ: Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi stajı için diş hekimliği fakültesi ders müfredatı kanama kontrolü, anormal kanamaya doğru müdahale, hemostatik ajan bilgisi ve bu konuda yapılan uygulamaları içermelidir. Bu çalışmada, farklı fakültelerden katılan bir grup Türk diş hekimliği öğrencisinin staj süresince klinik uygulama sonrası kanama müdahalesi, hemostatik ajanlar ve antikoagülanlar ile ilgili bilgi ve tutumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Eylül 2018 tarihinden Haziran 2019'a kadar diş hekimliği öğrencilerine üç bölümden oluşan bir anket verildi. Bölüm 1, sekiz soruyla öğrencilerin kanama müdahalesi yeterliliğini sorgulamaktadır. Bölüm 2, öğrencilerin hemostatik ajanlar hakkındaki bilgilerini üç soruyla değerlendirmektedir. Bölüm 3, öğrencilerin antikoagülanlarla ilgili bilgilerini dört soruyla ele almaktadır. Öğrencilerden kanama müdahalesi, hemostatik ajanlar ve antikoagülanlar hakkındaki bilgilerini 1 ila 5 arasında derecelendirmeleri istendi.
BULGULAR: Araştırmaya Türkiye'deki farklı üniversitelerden toplam 1150 öğrenci katılmıştır. Beşinci sınıf öğrencileri tüm sorularda daha iyi performans gösterdi ve toplam puanları istatistiksel olarak anlamlı derecede dördüncü sınıf öğrencilerinden daha yüksekti; erkek öğrenciler kendilerini kız öğrencilere göre daha yüksek puanlamışlardır. Öğrencilerin bilgi düzeyini ölçen 2. ve 3. bölümlerde yüzde oranları 1. bölümdekinden daha yüksek bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Diş hekimliği öğrencilerinin kanama, hemostatik ajanlar ve antikoagülanlara karşı tutumu ve bilgisi orta seviyede bulunmuştur. Ayrıca gruptan bağımsız olarak elektrokoter kullanma becerisi tüm öğrencilerde zayıf olarak gözlemlenmiştir.
INTRODUCTION: The dentistry curriculum for oral and maxillofacial surgery internship should comprise bleeding control, correct intervention to abnormal bleeding, knowledge of hemostatic agents, and applications. This study aimed to determine the level of knowledge and attitudes of a group of Turkish dental students regarding bleeding intervention, hemostatic agents and anticoagulants after clinical practice during internship.
METHODS: A three-part survey was given to dental students from September 2018 to June 2019.Section 1 asked about students’ competence in bleeding intervention with eight questions. Section 2 assessed students’ knowledge of hemostatic agents with three questions. Section 3 addressed students’ knowledge of anticoagulants with four questions. Students were asked to self-rate their knowledge of bleeding intervention, hemostatic agents, and anticoagulants on a scale of 1 to 5.
RESULTS: A total of 1150 students from different universities in Turkey participated in the study. The fifth-year students performed better on all questions, and their total score was statistically significantly higher; male students rated themselves higher than female students. In sections 2 and 3, which measure the knowledge level of students, the percentage rates were higher than in section1.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The dental students’ attitude toward and knowledge of bleeding, hemostatic agents and anticoagulants were at a moderate level. In addition, regardless of the group, the ability to use electrocautery was poor in all students.

5.
Gömülü Mandibular Üçüncü Molar Diş Çekimi Prosedürü Hakkında Bilgi Kaynağı Olarak Kullanılabilen YouTube™ Platformunun Değerlendirilmesi
Evaluation of YouTube™ Platform, which can be used as a source of information about the Impacted Mandibular Third Molar Tooth Extraction Procedure
Sefa Çolak, Aras Erdil
doi: 10.5505/eudfd.2023.93546  Sayfalar 125 - 130
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada YouTube™’ da Türkçe içerikli gömülü mandibular üçüncü molar diş çekimi prosedürü hakkındaki videoların değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Google Trends uygulamasıyla belirlenen üç anahtar kelime ile YouTube™ platformunda video aramaları gerçekleştirilmiştir. Bağımsız iki hakem tarafından değerlendirilen videolar kalitesine göre 4 kategoriye ayrılmıştır. İlaveten videolar GQS skorlarına göre sınıflandırılmıştır. Nicel verilerin değerlendirilmesinde Kruskal-Wallis ve Mann Whitney U testleri kullanılmıştır. Sınıflanmış nitel verilerin değerlendirilmesinde ki-kare (χ2) testi kullanılmıştır.
BULGULAR: Yükleme kaynağına göre videolar değerlendirildiğinde, 9 videonun doktorlar, 13 videonun diğer kullanıcılar tarafından yüklendiği gözlenmiştir. İçerik kalitesine göre videolar değerlendirildiğinde 9 videonun kötü, 9 videonun zayıf, 3 videonun iyi ve 1 videonun mükemmel kalitede bilgi içerdiği sonucuna ulaşılmıştır. Doktorların yüklediği videolarda izlenme oranlarının anlamlı bir şekilde daha yüksek olduğu gözlenmiştir (p: 0.03). GQS skorlarına göre yapılan sınıflandırmada, yüklenen kaynak ve video kalitesi arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir (p: 0.028).
TARTIŞMA ve SONUÇ: YouTube™ platformunda gömülü mandibular üçüncü molar diş çekimi prosedürü ile ilgili Türkçe dil içerikli videoların büyük çoğunluğu bilgi kaynağı olarak yetersiz ve kalitesiz durumdadır. Sağlık profesyonellerinin ve kurumların bu platformlarda daha aktif yer alması ve içerik üretmesi, hastaların bilgilendirilmesi ve doğru yönlendirilmesi açısından önem taşımaktadır.
INTRODUCTION: In this study, it is aimed to evaluate the videos about the impacted mandibular third molar tooth extraction procedure with Turkish content on YouTube™.
METHODS: Video searches were carried out on the YouTube™ platform with three keywords determined by the Google Trends application. The videos evaluated by two independent referees are divided into 4 categories according to their quality. Additionally, videos are classified according to GQS scores. Kruskal-Wallis and Mann Whitney U tests were used to evaluate the quantitative data. Chi-square test was used in the evaluation of classified qualitative data.
RESULTS: When the videos were evaluated according to the upload source, it was observed that 9 videos were uploaded by doctors and 13 videos were uploaded by other users. When the videos were evaluated according to the content quality, it was concluded that 9 videos were bad, 9 videos were poor, 3 videos were good and 1 video contained excellent quality information. It was observed that the rate of watching the videos uploaded by the doctors was significantly higher (p: 0.03).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The majority of Turkish-language videos on the impacted mandibular third molar tooth extraction procedure on the YouTube™ platform are insufficient and of poor quality as a source of information.

6.
Universal adezivlerin çürükten etkilenmiş dentine mikro-makaslama bağlanma dayanımı; self-etch veya etch-and-rinse strateji?
Micro-shear bond strength of universal adhesives to caries-affected dentin; self-etch or etch-and-rinse strategy?
Nazire Nurdan Çakır Kılınç, Sezer Demirbuga, Ebru Nur Uçar, Hatice Büyükbaş, Melek Hilal Kaplan
doi: 10.5505/eudfd.2023.30164  Sayfalar 131 - 137
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, üç universal adezivin self-etch ve etch&rinse olarak kullanılarak çürükten etkilenmiş dentine mikro-makaslama bağlanma dayanımını araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 180 adet kompozit silindir (her grupta n=20), self-etch ve etch&rinse olarak uygulanan üç universal adeziv, [All Bond Universal (ABU), Futura Bond Universal (FU), (Single Bond Universal (SBU).] ve üç geleneksel adeziv [Clearfil Tri-S Bond (TSB), Clearfil SE Bond (CSE), Single Bond 2 (SB2).] kullanılarak çürükten etkilenmiş dentine (Her bir dişte 2 adet rezin kompozit silindirik örnek olmak üzere toplam 90 insan alt çene azı dişi kullanıldı.) yapıştırıldı. Universal bir test cihazı kullanarak 5000 siklus termal döngü sonrasında örneklerin bağlanma dayanımını değerlendirmek için çapraz kafa hızı 0,5 mm/dk' da mikro-makaslama bağlanma dayanım testi uygulandı. Kopma yüzeyleri SEM altında incelendi. Veriler Two-way ANOVA ve Tukey's Post-hoc testleri kullanılarak analiz edildi.
BULGULAR: Asitle pürüzlendirme, FU’ nun bağlanma dayanımını önemli ölçüde artırırken (p=0.003), SBU’ nun bağlanma dayanımını önemli ölçüde azalttı (p=0.002) ve ABU’ nun bağlanma dayanımını değiştirmedi (p=1.00).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Universal adezivlerin çürükten etkilenmiş dentin üzerindeki asitle pürüzlendirme ve asitle pürüzlendirme olmadan bağlanma dayanımı, hangi universal adeziv sistemin kullanıldığına bağlıdır.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to investigate the micro-shear bond strength of caries-affected dentin, using three universal adhesives either the self-etch or etch-and-rinse strategy.
METHODS: A total of 180 resin composite cylinders (n=20 in each group) were bonded to caries-affected dentin tissue (A total of 90 carious human mandibular molar teeth were used, with 2 resin composite cylindrical samples on each tooth) using three universal adhesives [All Bond Universal (ABU), Futura Bond Universal (FU), (Single Bond Universal (SBU).] with, or without, acid etching and three conventional adhesives [Clearfil Tri-S Bond (TSB), Clearfil SE Bond (CSE), Single Bond 2 (SB2).]. After 5000 thermo-cycling rounds, a universal test device micro-shear bond strength test was realized at a crosshead speed of 0.5 mm/min to evaluate the bond strength of samples the debonding surfaces were assessed under the SEM. Two-way ANOVA and Tukey's Post-hoc tests were used to analyse the data.
RESULTS: While acid etching increased the bond strength of FU significantly (p=0.003), it decreased the bond strength of SBU significantly (p=0.002) and did not change the bond strength of ABU (p=1.00).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The bond strength of universal adhesives on caries-affected dentin with, and without, acid etching depends on which universal adhesive system was used.

7.
Alt Molar Dişlerde Hazırlanan MOD Kavitelerde Üç Farklı Yöntemle Yapılan Restorasyonların Maksimum Kırılma Kuvvetlerinin Karşılaştırılması
Comparison of the Maximum Fracture Forces of Restorations Made with Three Different Methods in MOD Cavities Prepared on Lower Molar Teeth
Esin Murrja, Ferit Özata
doi: 10.5505/eudfd.2023.04934  Sayfalar 139 - 146
GİRİŞ ve AMAÇ: Alt molar dişlerde hazırlanan standart MOD kavitelerde, farklı materyaller kullanılarak yapılan restorasyonların maksimum kırılma kuvvetlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 30 adet alt molar diş rastgele üç gruba ayrıldı. Dişlere (derinlik, genişlik, basamak genişliği) 3 x 3,5 x 2,5mm ölçülerinde MOD kaviteler açıldı. Birinci gruptaki dişler (PK) Gaenial Bond ve Gaenial posterior kompozit, ikinci gruptaki dişler (FGK) Gaenial Bond, EverX Posterior ve Genial Posterior kompozit kullanılarak restore edildi. Üçüncü gruptaki dişlere (IK) Gradia indirek kullanılarak inley restorasyonlar hazırlandı. Termal siklüs işlemi uygulanan dişler universal test cihazına bağlandı ve kırılma değerleri ölçüldü. Veriler, SPSS 15.0 yazılımı kullanılarak tek yönlü varyans analizine (One-Way ANOVA) tabi tutuldu (p<0.05).
BULGULAR: Grupların ortalama maximum kırılma kuvveti değerleri en yüksek 2360,4 ± 453 N ile PK iken, en düşük 1988,9 ± 525 N ile IK olmuştur. Üç grubun aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Kırık tipleri incelendiğinde 1. Grupta (PK) 10 örneğin tamamında, 2. Grupta (FGK) 10 örneğin 3 tanesinde, 3. Grupta (IK) ise 10 örneğin 9 tanesinde tamir edilemeyecek düzeyde kırıklar oluştuğu gözlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Üç grubun da dayanıklılık açısından başarılı bulunduğu ve MOD kaviteli alt molar dişlerde güvenle kullanılabileceği görüldü.
INTRODUCTION: To comparatively evaluate the maximum fracture forces of restorations made using different materials in standard MOD cavities prepared in mandibular teeth.
METHODS: 30 lower molar teeth were divided into three groups. MOD cavities were prepared into the teeth. Teeth in the first group (PK) were restored using Gaenial Bond and Gaenial posterior composite resin. Teeth in the second group (FGK) were restored using Gaenial Bond, EverX Posterior, and Genial Posterior composite resin. Inlay restorations were prepared using Gradia in the third group (IK). The teeth subjected to the thermal cycle process were connected to the universal test device and the fracture values were determined. Data were analized using one-way analysis of variance (One-Way ANOVA), SPSS 15.0 software (p<0.05).
RESULTS: While the average maximum fracture force values of the groups were PK, the lowest was IK. It was observed that there was no statistically significant difference between the three groups. When the fracture types were examined, all samples in the group PK, 3 samples in group FGK, 9 samples in IK group were broken that they could not be repaired.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was seen that all three groups were successful in terms of durability and could be used safely in lower molars with MOD cavities.

8.
Farklı Mekanik Temizlik Yöntemlerinin İmplant Dayanak Yüzeylerine Etkisinin Karşılaştırılması: In Vitro Çalışma
Comparison of the Effect of Different Mechanical Cleaning Methods on Implant Abutment Surfaces: An In-Vitro Study
Tuğçe Orçan, Tuğba Türk, Pınar Meriç Kantar
doi: 10.5505/eudfd.2023.26566  Sayfalar 147 - 153
GİRİŞ ve AMAÇ: Farklı mekanik temizlik yöntemlerinin implant dayanak yüzeylerindeki etkinliklerinin in vitro olarak değerlendirilmesi ve yüzeylerde meydana getirdikleri değişikliklerin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İmplant dayanak yüzeylerini taklit etmek amacıyla 20 adet titanyum (Ti) iyileşme başlığı kullanıldı. Bukkal yüzü kırmızı, lingual yüzü yeşil mürekkeple boyanan iyileşme başlıkları sırayla analog bulunan alçı modele yerleştirildi ve bukkal yüze; metal (Gracey) küret, titanyum küret, metal uçlu ultrasonik kazıyıcı, plastik uçlu ultrasonik kazıyıcı ve eritrol+CHX tozunun kullanıldığı air abraziv sistem olmak üzere 5 mekanik temizlik yöntemi kullanıldı. Temizlenen iyileşme başlıklarının yüzeylerinde arta kalan mürekkep yüzdeleri renk analiz yazılımı ile hesaplandı. Yüzeyler Scanning Elecekton Microscopy (SEM) görüntüleri ile incelendi.
BULGULAR: Air abraziv sistem %91,63 ± 2,39 mürekkebi uzaklaştırmada en etkili yöntem oldu. Metal küret grubu %56,99 ± 1,61 mürekkebi uzaklaştırmada en az etkinlik gösterdi. SEM analizinde, metal ve titanyum küretler ile ultrasonik kazıyıcı grupları yüzeylerde belirgin hasara neden oldu. Air abraziv sistemin yüzeylerde en az hasara neden olan yöntem olduğu görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Air abraziv sistem %91,63 ± 2,39 mürekkebi uzaklaştırmada en etkili yöntem oldu. Metal küret grubu %56,99 ± 1,61 mürekkebi uzaklaştırmada en az etkinlik gösterdi. SEM analizinde, metal ve titanyum küretler ile ultrasonik kazıyıcı grupları yüzeylerde belirgin hasara neden oldu. Air abraziv sistemin yüzeylerde en az hasara neden olan yöntem olduğu görüldü.
INTRODUCTION: It is aimed to evaluate the effectiveness of different mechanical cleaning methods on implant abutment surfaces in vitro and to compare the changes they cause on the surfaces.
METHODS: 20 Ti healing abutments were used to mimic the abutment surfaces. Healing abutments, the buccal side of which was stained with red ink and the lingual side with green ink, were placed on the analogue plaster model and 5 cleaning methods were used: metal (Gracey) and titanium curettes, metal/plastic tip ultrasonic scalers and air abrasive system with erythrole+CHX powder. Percentages of ink remaining on the surfaces of the cleaned healing abutments were calculated by color analysis software. Surfaces were analyzed with SEM images.
RESULTS: Air abrasive system was the most effective method in removing %91.63% ± 2.39 of ink. Metal curette group showed the least effectiveness at removing %56.99 ± 1.61 ink. At SEM analysis, metal and titanium curettes and ultrasonic scaler groups caused significant damage to the surfaces. Air abrasive system was the method that caused the least damage to the surfaces.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Air abrasive system provided more effective and safer results in mechanical cleaning of titanium surfaces compared to other methods. Curettes and ultrasonic scaler groups caused significant damage to the surfaces.

OLGU SUNUMU
9.
Nekrotik Persiste Süt Molar Dişte Rejeneratif Endodontik Tedavi: Bir Olgu Sunumu
Regenerative Endodontic Treatment of a Necrotic Persistent Primary Molar: A Case Report
İzel Karadede, Müge Erbay Mola, Dilşah Çoğulu
doi: 10.5505/eudfd.2023.68542  Sayfalar 155 - 158
Giriş: Rejeneratif endodontik tedavi, nekrotik persiste süt dişlerinde geleneksel kanal tedavisine başarılı bir alternatiftir.
Olgu Sunumu: 12 yaşında erkek hastada mandibuler sağ ikinci premolar dişin konjenital eksikliği ve mandibuler sağ süt molar dişinde inatçı periapikal radyolüsensi ve mobilite saptandı. Hastaya iki seanslı rejeneratif endodontik tedavi protokolü uygulandı. Kanal giriş kavitesi açıldı ve 20 ml %1,5’lik NaOCl ve ardından serum fizyolojik ile irrige edildi. Ca(OH)2 uygulandı ve diş geçici olarak restore edildi. İki hafta sonra, serum fizyolojik solüsyonu ile Ca(OH)2 uzaklaştırıldı ve her kanal 20 ml %17’lik EDTA ile irrige edildi. Periapikal bölgeden kanama apeksin 1-2 mm ötesinde K-file eğe ile sağlandı. Mine sement birleşiminin yaklaşık 2 mm altında bir kan pıhtısı oluşumundan sonra kanal ağızları MTA ile kapatıldı. Dişler kompozit restorasyon ile restore edildi. 22 aylık klinik ve radyografik takip sonucunda periapikal lezyonda ve lamina durada iyileşme gözlendi. Diş asemptomatikti ve soğuk testine pozitif yanıt alındı.
Sonuç: Nekrotik persiste süt dişlerinde rejeneratif endodontik tedavi, geleneksel kök kanal tedavisine alternatif olarak düşünülebilmektedir.
Introduction: Regenerative endodontic treatment is a successful alternative to traditional root canal treatment in necrotic persistent primary teeth.
Case Description: Congenital missing of mandibular right second premolar tooth and periapical radiolucency and mobility in the persistent mandibular right primary molar were detected in a 12-year-old male patient. A two-visit regenerative endodontic treatment protocol was performed. Root canals were accessed and irrigated with 20 ml of 1.5% NaOCl followed by saline solution. Ca(OH)2 was applied and the cavity was temporarily sealed. Two weeks after, Ca(OH)2 was removed with the saline solution and each canal was irrigated with 20 ml of 17% EDTA. Bleeding from the periapical region was evoked with K-files 1-2 mm beyond the apex. After the formation of a blood clot approximately 2 mm below the cementoenamel junction, the canal orifices were sealed with MTA. The teeth were restored with composite restoration. Based on clinical and radiographic follow-up of 22 months, the healing of the periapical lesion and the lamina dura was observed. The tooth was asymptomatic and responded positively to the cold test.
Conclusion: It can be thought that regenerative endodontic treatment can be an alternative to traditional root canal treatment in persistent primary teeth with necrotic pulp.

10.
İrreversibl Pulpitis Tanısı Konmuş İmmatür Daimi Dişte Tam Pulpotomi ve Apeksogenezis: Olgu Sunumu
Complete Pulpotomy and Apexogenesis in Immature Permanent Tooth Diagnosed as Irreversible Pulpitis: A Case Report
Ilgın Akçay, Kübra Karakaya
doi: 10.5505/eudfd.2023.77044  Sayfalar 159 - 162
Bu olgu raporunun amacı, geri dönüşümsüz pulpitis belirti ve semptomları gösteren genç daimi azı dişinde tam pulpotominin bir yıl sonundaki başarısını tanımlamaktır. Tedavi öncesi yapılan klinik değerlendirmede, sol mandibular daimi ikinci molar dişte derin bir çürük lezyonu saptandı. Hasta, kendiliğinden başlayan ani, keskin bir ağrının, sıcakta ve soğukta şiddetlendiğini bildirdi. Dişten elektrik vitalite testine pozitif cevap alındı ve soğuk testi yapıldığında ağrının devam ettiği gözlendi. Radyolojik muayenede dişin apeksinin kapanmadığı ve kuronda derin bir çürük lezyonu olduğu gözlendi. Klinik ve radyolojik değerlendirme sonunda, geri dönüşümsüz pulpitis tanısı kondu. Çürüğün uzaklaştırılması sırasında pulpa perfore oldu. Koronal pulpa dokusu kanal ağızları seviyesinde ampute edildi. Kanama steril serum fizyolojik solüsyonu emdirilmiş pamuk pelet kullanılarak altı dakika içinde durduruldu. MTA ile kalan pulpa dokusu örtülendikten sonra, diş kompozit rezin ile restore edildi. Pulpotomi yapılmış molar diş, on iki aylık takip sonunda, asemptomatik ve klinik olarak fonksiyonda idi. Ayrıca, radyografik kontrolde, köklerin etrafındaki periodontal dokuların sağlıklı olduğu ve kök gelişiminin tamamlandığı gözlendi. Geri dönüşümsüz pulpitis tanısı konmuş, kök gelişimi tamamlanmamış genç, daimi dişlerde tam pulpotomi, kanal tedavisine kıyasla daha az invaziv bir tedavi seçeneği olabilir.
The goal of this report was to describe the one-year success of complete pulpotomy in a young permanent molar with signs and symptoms of irreversible pulpitis. The left mandibular permanent second molar had a significant carious lesion, according to the preoperative clinical assessment. The patient described sudden, sharp pain that got worse in the heat and cold. The tooth responded to the electric pulp test and continued pain when cold test was performed. A deep carious lesion was visible on the periapical radiograph. Clinical and radiological evaluation revealed symptoms of irreversible pulpitis. Pulp exposure happened during caries removal, and coronal pulp tissue was amputated to the level of the canal orifices. The bleeding was stopped within six minutes with sterile saline-moistened gauze. Following the application of MTA as a pulp dressing, the tooth was restored with composite resin. The pulpotomized molar tooth was clinically functioning and symptom-free throughout a twelve-month follow-up period. Additionally, radiographic analysis showed that the periodontal ligaments around the roots were healthy and the roots had fully developed. For young, underdeveloped permanent teeth with irreversible pulpitis, complete pulpotomy may be a less intrusive option to root canal therapy.

ARAŞTIRMA
11.
Bukkal Bölgede Minör Tükürük Bezi Kökenli Adenomatoid Hiperplazi: Olgu Sunumu ve Literatür Taraması
Adenomatoid Hyperplasia of Minor Salivary Glands in the Buccal Region: Case Report and Review of Literature
Elif Aslan, M.bengü Erden Sahin, Esin Alpöz, Dilara Özyiğit Büyüktalancı
doi: 10.5505/eudfd.2023.54227  Sayfalar 163 - 167
Adenomatoid hiperplazi, minör tükürük bezlerinin nadir görülen lokalize non-neoplastik ve asemptomatik hiperplazisidir. Etiyolojisi kesin tanımlanmamış olmakla birlikte lokal travmanın bu lezyonun gelişiminde etkin rol aldığı düşünülmektedir. Minör tükürük bezi kaynaklı adenomatoid hiperplazi en sık palatal bölgede, daha az sıklıkla bukkal mukozada, labial mukozada ve retromolar bölgede izlenmektedir. Ultrasonografi (USG), diğer yumuşak doku lezyonlarının ayırıcı tanısında olduğu gibi, adenomatoid hiperplazinin ayırıcı tanısında da yardımcı bir görüntüleme yöntemi olarak rol oynamaktadır. Ancak kesin tanının koyulabilmesi için histopatolojik incelemeye başvurulması gerekmektedir. Adenomatoid hiperplazinin tedavisi lokal anestezi altında ekzisyon yoluyla gerçekleştirilmekte ve cerrahi sonrası nüks genellikle gözlenmemektedir. Oral kavitede nadir olarak görülmesine karşın adenomatoid hiperplazi lezyonlarının fark edilmesi ve detaylı olarak incelenmesi, benzer klinik görünüme sahip başka nodüler lezyonların ve tükürük bezi kaynaklı neoplazilerin adenomatoid hiperplaziden ayrımı açısından önem taşımaktadır. Bu olgu sunumunda, 70 yaşında kadın hastanın sağ bukkal mukozasında saptanan adenomatoid hiperplazi olgusu, klinik, ultrasonografik ve histopatolojik bulgularıyla birlikte tartışılmaktadır.
Adenomatoid hyperplasia is a rare non-neoplastic, localized, and asymptomatic hyperplasia of minor salivary glands. Even though its etiology has not been clearly identified, local trauma may play an active role in the development of this lesion. Adenomatoid hyperplasia originating from minor salivary glands is most commonly observed in the palatal region, and less frequently in the buccal mucosa, labial mucosa, and retromolar area. Ultrasonography (USG) plays an important role in the differential diagnosis of adenomatoid hyperplasia, as in the differential diagnosis of other soft tissue lesions. However, histopathological examination should be applied in order to determine a definitive diagnosis. Treatment of adenomatoid hyperplasia is performed by excision under local anesthesia, and recurrence is usually not observed after surgery. The recognition and detailed examination of adenomatoid hyperplasia lesions are important in terms of distinguishing other nodular lesions and salivary gland-derived neoplasias with similar clinical appearance. In this case report, a 70-year-old female patient presented with an adenomatoid hyperplasia lesion in her right buccal mucosa is discussed with clinical, ultrasonographic, and histopathological findings.

OLGU SUNUMU
12.
Geniş Periapikal Lezyonlu Dişlerin Endodontik Tedavileri: İki Olgu Sunumu
Endodontic Treatment of Teeth with Large Periapical Lesions: Two Case Reports
Gözde Kandemir Demirci
doi: 10.5505/eudfd.2023.88156  Sayfalar 169 - 172
Bu olgu sunumlarının amacı kist benzeri geniş periapikal lezyona sahip dişlerin cerrahi olmayan kök kanal tedavilerinin anlatılmasıdır. Geniş periapikal lezyonlu dişlerin tedavisi; geleneksel cerrahi olmayan kök kanal tedavisinden, apikal cerrahiye ve hatta çekime kadar değişebilmektedir. İlk seçenek olarak geniş periapikal lezyona sahip dişlerin tedavisinin ortograd kök kanal tedavisi ile yapılması gerektiği düşünülmektedir. Kanal içi medikament olarak kullanılan kalsiyum hidroksitle yapılan endodontik tedavinin, uzun dönem takiplerde başarılı sonuçlar verdiği bildirilmektedir. Bu olgu bildiriminde, geniş kist benzer periapikal radyolüsensiye sahip dişlerin cerrahi olmayan endodontik tedavileri anlatıldı. Konservatif bir tedavi yaklaşımı öncelikli ve akılcı bir tedavi yaklaşımıdır ve kist benzeri geniş periapikal lezyonlu dişlerde, öncelikli tedavi yaklaşımının endodontik tedavi olması gerektiği ve bu tedavi şeklinin başarılı sonuçlar verdiği gösterilmiştir.
The aim of these case reports was to describe the non-surgical endodontic treatment of teeth with cyct-like large periapical lesions. Treatment options for teeth with large periapical lesions include conventional non-surgical root canal treatment, apical surgery, and even extraction. It was reported that the treatment of teeth with large periapical lesions should be done with orthograde root canal treatment as the first option. It was reported that endodontic treatment with calcium hydroxide, which is used as an intracanal medicament, gives successful results in long-term follow-ups. These case reports described the non-surgical endodontic treatment of teeth with large cyst-like periapical lesions. A conservative treatment approach is a priority and rational treatment approach. It has been shown that the primary treatment approach should be endodontic treatment in teeth with cyst-like large periapical lesions and this treatment method gives successful results.

DERLEME
13.
Ortodonti Tedavi Esnasında Uygulanan İnterproksimal Mine Aşındırma (Stripping) Uygulamaları
Interproximal Enamel Reduction (Stripping) Techniques in Orthodontic Treatment
Ezgi Cansu Fırıncıoğulları, Aslıhan Mediha Erdinç
doi: 10.5505/eudfd.2023.60243  Sayfalar 173 - 179
Diş ve çene boyutu arasındaki uyumsuzluklara bağlı olarak oluşan dental çapraşıklıkları gidermek ve daha düzgün dizilmiş dişler elde etmek için ortodontik tedavi uygulaması, hastaya ve sağlığına faydalı olmak amacıyla tercih edilen en yaygın yöntemlerden biridir. Bu tedavide gerekli olan yer ihtiyacını elde etmek için; diş çekimi, dental ya da iskeletsel genişletme, protrüzyon, distalizasyon ve IPR (interproksimal mine aşındırılması, stripping) gibi uygulamalar yapılabilmektedir. Interproksimal mine aşındırması, dişlerin mesial ve distal kontak yüzeylerinden minenin kontrollü bir şekilde aşındırma yapılarak ortadan kaldırılmasına verilen işlemin adıdır. Bu yöntem 1944 yılında Ballard tarafından literatüre kazandırılmıştır. Diş çekimi ile yapılan bir tedaviye göre daha hızlı bir ortodontik tedavi sunması ve hasta için diş çekimine nazaran daha konforlu ve tolere edilebilir olması sebebiyle, günümüzde hafif ve orta düzeydeki dental çapraşıklıkların tedavisinde yaygın olarak tercih edilmektedir. Sadece yer sağlamak amacıyla değil aynı zamanda bolton fazlalıklarından kaynaklanan problemlerin giderilmesi, spee eğrisinin düzeltilmesi, yuvarlak formdaki dişlerin kontak noktalarının düzenlenerek ideal diş formuna yaklaştırılması, dental arkın stabilizasyonunun arttırılması ve karanlık siyah üçgenlerin giderilmesi gibi amaçlarla klinisyenler tarafından günlük klinik pratikte yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu derlemenin amacı interproksimal mine aşındırma (stripping, IPR) işlemini, işlemin yapılması için kullanılacak teknikleri ve işlem esnasında ya da sonrasında oluşma ihtimali olabilen komplikasyonları açıklayarak okuyuculara bilgi vermektir.
Orthodontic treatment modalities are preferred to be beneficial to the patient’s health to eliminate the crowding due to the incompatibilities between the teeth and jaw size and to obtain properly aligned teeth. For obtaining necessary space in this treatment; tooth extraction, expansion, protrusion, distalization and IPR(interproximal enamel reduction, stripping) methods can be performed. IPR is the name of the process given to the removal of enamel from the mesial and distal contact surfaces of the teeth in a controlled manner. It was described by Ballard in 1944.The fact that it provides a faster orthodontic treatment compared to tooth extraction treatment and is more comfortable for the patient than tooth extraction is one of the reasons why it is widely preferred in mild and moderate crowding cases today. It is widely used by clinicians in daily practice not only to provide space, but also to remove excess boltons, correct spee curve, arrange the contacts of round-shaped teeth to bring them closer to the ideal tooth form, increase the stabilization of the dental arch, and eliminate black triangles. The purpose of this review is to inform the readers by explaining the stripping (IPR) procedure, the techniques used to perform the procedure, and the possible complications.

14.
Çocuk Diş Hekimliğinde Bilgisayar Destekli Lokal Anestezi Uygulamaları
Computer-Controlled Local Anesthesia in Pediatric Dentistry
Sevgi Arabulan, Özant Önçağ
doi: 10.5505/eudfd.2023.37097  Sayfalar 181 - 186
Dental tedaviler sırasında oluşan ağrı ve anksiyetenin yönetimi klinik pratiği açısından önem taşımaktadır. Lokal anestezi uygulamaları sırasında oluşan ağrı, birçok hastada diş hekimi korkusunun oluşmasının ana nedenidir. Bunu engellemek amacıyla son yıllarda birçok alternatif yöntem keşfedilmiştir. Bilgisayar destekli lokal anestezi sistemleri, lokal anestezi uygulamaları sırasında ağrının azaltılması ve daha konforlu bir tedavi uygulanması amacıyla geliştirilmişlerdir. Bu derlemenin amacı, bilgisayar destekli lokal anestezi sistemleri hakkında genel bir bakış açısı sunmaktır.
Managing dental pain and anxiety during dental treatment is an essential topic in clinical dental practice. Feeling pain during administration of local anesthetic is one of the major causes of dental fear. Lots of alternative methods have been discovered recently to overcome these challenges. Computer-controlled local anesthesia devices have been developed to reduce pain during local anesthetic administration and provide more comfortable dental experience. Aim of this review is to provide an overview of computer controlled local anesthesia systems.

LookUs & Online Makale