e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 38 (3)
Cilt: 38  Sayı: 3 - 2017
DERLEME
1.
Protetik Diş Hekimliğinde Kullanılan Metal Üretim Tekniklerinde Güncel Gelişmeler
Recent Advances In Metal Manufacturing Techniques Used In Prosthetic Dentistry
Gheyath Munadhil Azeez, Işıl Çekiç Nagaş
doi: 10.5505/eudfd.2017.35220  Sayfalar 128 - 139
Kayıp mum tekniği geçmişte dental teknolojinin merkezinde yer almasına karşın, günümüzde bilgisayar destekli üretim teknikleri ile farklı ağları kombine olarak kullanan yeni üretim teknikleri mevcuttur. Metal üretim tekniklerinin avantaj ve limitasyonlarını bilmek, klinisyenin en iyi üretim tekniğini seçmesine olanak sağlamaktadır. Bu derlemede, metal üretim teknikleri ve bu alandaki güncel gelişmeler anlatılmıştır. Aynı zamanda, bu tekniklerin uygun olarak kullanıldığı protetik uygulamalar da tartışılmıştır.
Although, dental technology was centred on lost-wax casting technology in the past, new fabrication systems combining computer-assisted fabrication systems (dental CAD⁄CAM) with various networks are now available. Awareness of the advantages and limitations of metal manufacturing techniques provides clinician to select the best manufacturing technique. In this review, metal manufacturing techniques and the recent developments in this field have been criticized. The prosthetic applications suitable to these techniques have also been discussed.

2.
Periodontal Cerrahide Kullanılan Dikiş Teknikleri ve Materyalleri: Derleme
The Suture Techniques And Materials Used In Periodontal Surgery: Review
Sema Becerik, Nejat Nizam
doi: 10.5505/eudfd.2017.96658  Sayfalar 140 - 150
Periodontal cerrahi girişimlerden sonra flep kenarlarının bir araya getirilip sabitlenmesinde çoğunlukla dikiş materyalleri kullanılmaktadır. İyileşme boyunca cerrahi dikişlerin flep kenarlarını istenen konumda sabitlemesi ve bunu yaparken doku reaksiyonu veya enfeksiyona sebep olmaması gerekir. Bu yüzden dikiş iğnesinin, materyalinin ve tekniğinin uygulanan periodontal cerrahi işleme, uygulandığı bölgeye uygun seçilmesi son derece önemlidir. Operasyonu yapan periodontistin doğru teknik ve materyali seçmek için yeterli bilgiye sahip olması gereklidir. Bu derlemede, periodontal cerrahide kullanılan dikiş iğneleri ve ipliklerinin özellikleri ayrıca dikiş teknikleri kapsamlı olarak irdelenmiştir.
The suture materials are used in closure and stabilization of the flap edges after periodontal surgeries. During healing surgical sutures should hold and stabilize the flap edges in the precise position and not cause tissue reaction or inflammation. Therefore, the selection of the suture needle, material and technique appropriate to the periodontal surgery applied and the surgical area is extremely important. For choosing the proper technique and material the periodontist should have satisfactory knowledge. In this review, the characteristics of surgical sutures and needles and also the suture techniques are discussed in detail.

ARAŞTIRMA
3.
Maksiller İskeletsel ve Dişsel Transversal Yön Boyutlarının Farklı Malokluzyon Grupları Arasında Karşılaştırılarak Değerlendirilmesi
Comparison of Skeletal And Dental Transversal Maxillary Dimensions Between Various Malocclusions
Furkan Dindaroğlu, Gökhan Serhat Duran
doi: 10.5505/eudfd.2017.98216  Sayfalar 151 - 157
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) görüntüleri üzerinde iskeletsel ve dişsel maksiller yatay yön boyutlarının iskeletsel sınıf I, Sınıf II ve sınıf III gruplarında incelenerek karşılaştırılmasıdır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın materyalini; 25 iskeletsel sınıf I (0≤ANB≤4), 22 iskeletsel sınıf II (4ANB) ilişkisi olan 30 kadın 38 erkek olmak üzere toplam 68 hastaya ait KIBT görüntüleri oluşturmaktadır. Bütün görüntüler Mimics (Materialise, Ann Arbor, Mich) yazılımına aktarılarak maksiller bazal genişlik, maksiller alveoler genişlik, maksiller 1. molar dişler arası genişlik, palatinal kemik kaide genişliği, palatina alveoler genişlik ve 1.molar dişlerin bukkolingual eksen eğimleri ölçülmüştür. İstatistiksel değerlendirmeler için tek yönlü varyans analizi (ANOVA), Kruskal Wallis analizi ve Wilcoxon işaretli sıralar testi yapılmıştır
BULGULAR: Maksiller bazal genişlik için gruplar arasındaki en yüksek fark sınıf I ve sınıf II grupları arasında ve 0,68 (p=0,675) mm’dir. İstatistiksel olarak anlamsız olsa da, sınıf 1 ve sınıf III grupları arasındaki ortalama farkın 4,46 mm (%95 GA; -4,26 mm, 13,10 mm) olduğu görülmüştür. Bu fark sınıf II ile sınıf III grupları arasında ortalama 2,92 mm (%95 GA; -5,57 mm, 11,43 mm) olarak bulunmuştur
TARTIŞMA ve SONUÇ: İskeletsel ve dişsel transversal boyutların, orta ya da hafif şiddetteki sagittal yön anomalilerinde benzer özellikler gösterdiği bulunmuştur
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the maxillary skeletal and dentoalveoler transversal widths in class I, class II and class III malocclusions using cone beam computed tomography (CBCT)
METHODS: The CBCT images of 68 patients (30 female, 38 male) with 25 skeletal class 1 (0 ≤ ANB ≤ 4), 22 skeletal class 2 (4 ≤ ANB) and 21 skeletal class 3 (0 ≥ ANB) were included. Maxillary base width, maxillary alveolar width, distance between maxillary first molars, palatal base width, palatal alveolar width, the angulation of right and left maxillar first molars were measured using Mimics Software (Materialise, Ann Arbor, Mich). One-way analysis of variance (ANOVA), Krıuskall Wallis and Wilcoxon Signed Rank test were used for statistical evaluations
RESULTS: The highest difference for maxillary skeletal width was between class I and class II groups as 0.68 mm (p=0,675). Although it was not statistically significant, the mean difference between class I and class III groups was 4.46 mm (95% GA, -4.26 mm, 13.10 mm). This difference was 2.92 mm (95% GA, 5.57 mm, 11.43 mm) between class II and class III groups
DISCUSSION AND CONCLUSION: Skeletal and dental transversal dimensions were similar between sagittal anomalies with mild to moderate severity

4.
Distomolar Dişlerin Görülme Sıklığı: Geriye Dönük (Retrospektif) İnceleme
Retrospective Analysis of Distomolar Frequency
Mehmet Fatih Şentürk, Derya Yıldırım
doi: 10.5505/eudfd.2017.92400  Sayfalar 158 - 163
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı erişkinlerde distomolar dişlerin yaygınlığını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 25-45 yaş arasındaki hastaların panoramik radyografları, yaş, cinsiyet, distomolar dişlerin varlığı, sayıları, şekilleri, yerleri, tek ya da çift taraflı oluşu ve tedavi şekli açısından geriye dönük olarak incelenmiştir.
BULGULAR: 5234 hastaya ait panoramik görüntü içinde 18 hastada 21 distomolar diş tespit edilmiş ve distomolar sıklığı % 0,34 olarak bulunmuştur. Distomolar dişlerin çoğunluğu gömülü (%76,19) ve mikrodont (% 95,24) olarak sıklıkla erkeklerde (% 61,11) ve üst çenede (% 76,19) gözlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Distomolar dişler nadir olmakla birlikte genellikle gömülü olarak izlenirler. Komşu dişlerde sürme anomalileri, kist oluşumu gibi komplikasyonlara yol açabildiklerinden, panoramik radyografilerin detaylı olarak ve dikkatle incelenmesi son derece önemlidir.
INTRODUCTION: Evaluation of the frequency of distomolar teeth in the adult population.
METHODS: 25-45 years old patients’ panoramic images were assessed retrospectively. Demographic data (age, gender), the presence of distomolar teeth, their number, shape, location, laterality and treatment modality were noted.
RESULTS: Among 5234 patients’ panoramic images 21 distomolar teeth were detected in 18 patients. The frequency of distomolars were found to be 0,34%. Majority of distomolar teeth were impacted (76,19%), microdont (95,24%), and found in the maxillas (76,19%) of men (61,11%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Distomolars are generally impacted and are rarely seen. A detailed and careful investigation of panoramic radiographs is imperative to prevent or minimize associated complications such as eruption anomalies or the formation of odontogenic cysts.

5.
Farklı Kök Kanal Genişletme Tekniklerinin Kök Kanallarında Oluşturduğu Defektlerin İncelenmesi
Evaluation of Dentinal Defects After Different Root Canal Preparation Techniques
Mehmet Emin Kaval, İlknur Kaşıkçı Bilgi, Gözde Kandemir Demirci, Pelin Güneri, Mehmet Kemal Çalışkan
doi: 10.5505/eudfd.2017.09326  Sayfalar 164 - 169
GİRİŞ ve AMAÇ: El eğeleri, nikel-titanyum döner eğeler ve resiprokal sistemler ile kök kanallarının genişletilmesi sonrası, kök dentininde meydana gelen defektlerin incelenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamizda aynı boyutta, kök ucu gelişimi tamamlanmış, 60 adet maksiller santral kesici diş kullanıldı. Herhangi bir işlem uygulanmayan 12 adet diş kontrol grubunu oluşturdu ve kalan 48 adet diş her grupta 12 adet diş olacak şekilde 4 farklı gruba ayrıldı. Dişler Hedström tipi el eğeleri, Protaper Universal (PTU) (Dentsply Maillefer, Balligues, İsviçre), Reciproc (VDW, Münih, Almanya) ve Twisted File Adaptive (TFA) (SybronEndo, Orange, CA) sistemleri ile şekillendirildi. Dişlerden, apeksten 3, 6 ve 9 mm uzaklıkta olacak şekilde kesitler alındı ve örnekler 25 X büyütme altında steoromikroskop ile incelendi. Örnekler deney gruplarını bilmeyen iki gözlemci tarafından değerlendirildi. Gözlemciler arası uyum Kappa testi ile, deney grupları arasındaki fark ise Ki kare testi ile istatistiksel olarak analiz edildi (α= 0,05).
BULGULAR: Reciproc grubunda, TF Adaptive ve kontrol grubuna göre daha fazla sayıda defekt meydana geldi (P < 0.05). Gruplar arasında yapılan diğer tüm karşılaştırmalarda istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmedi (P > 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu ex vivo çalışmanın sınırları dahilinde, dentin defektlerinin dağılımı incelendiğinde, TFA sistemini geniş ve düz köklü dişlerin kök kanal genişletmesinde güvenli bir şekilde kullanılabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, araştırmamızda elde edilen bulguların klinik çalışmalarla da değerlendirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate dentinal defects after root canal preparation with hand files, NiTi rotary and reciprocating systems using sectioning method.
METHODS: Sixty extracted maxillary central incisors with similar dimensions, mature apices and straight root canals were used in this study. Twelve teeth were left unprepared, remaining 48 teeth divided into four groups (n=12) and were instrumented using one of the following instrumentation techniques: Hedström files using a step-back technique, ProTaper Universal (PTU), Reciproc, and Twisted File Adaptive (TFA) systems. All the roots were horizontally sectioned 3, 6 and 9 mm from the apex and the slices were viewed under a stereomicroscope at a magnification of 25 X and photographed. Specimens with dentinal defects were determined by two examiners who were blinded to the experimental groups. Kappa test was used for inter-examiner reliability. Chi-square test was used for the evaluation of the difference between the groups (α= 0,05).
RESULTS: The formation of the cracks in Reciproc group were significantly higher compared to the control group and the TF Adaptive group (P < 0.05). All other comparisons between the tested instruments did not show significant differences (P > 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Under the limitations of the present ex vivo study, the evaluation of the presence of the cracks revealed that TFA instruments can be used safely for preparation of straight and large root canals. Further studies are required to provide these results in clinical conditions.

6.
Biyoaktif Rezin Modifiye Cam İyonomer Simanın Mekanik Özelliklerinin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi
Comparative Evaluation Of Mechanical Properties Of A Bioactive Resin Modified Glass Ionomer Cement
Emre Korkut, Onur Gezgin, Fatih Tulumbacı, Hazal Özer, Yağmur Şener
doi: 10.5505/eudfd.2017.38243  Sayfalar 170 - 175
GİRİŞ ve AMAÇ: Dental restoratif materyalin fonksiyonel kuvvetlere direnme kabiliyeti, uzun süreli klinik performansı için önemli bir gerekliliktir. Basınç ve bükülme mukavemeti ile yüzey mikro sertliği, dental restoratif malzemelerin önemli fiziksel özellikleridir. Bu çalışmanın amacı dört farklı rezin modifiye cam iyonomer siman (RMGIC)’ın mekanik özelliklerini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada kullanılan materyaller; Photac Fil Quick Aplicap (3M ESPE, Minnesota, ABD), GC Fuji II GP (GC Corporation, Tokyo, Japonya), Riva Light Cure (SDI, Illionis, ABD) ve ACTIVA Bioactive (Pulpdent Corporation, Watertown, ABD). Basınç dayanımı, eğilme mukavemeti ve yüzey mikro sertliğini test etmek için ISO standardına göre numuneler hazırlandı (n = 10). Veriler, SPSS yazılımı (sürüm 18, SPSS Inc., Chicago, IL, ABD) kullanılarak analiz edildi. Tek yönlü ANOVA ve Tukey HSD post hoc testi materyallerin arasındaki farkları saptamak için yapıldı (p <0.05).
BULGULAR: En yüksek basınç ve eğilme mukavemet değerleri ACTIVA Bioactive'den elde edildi. Photac Fil Quick Applicap'ın yüzey mikro sertlik değerleri ile ACTIVA Bioactive arasında anlamlı fark gözlenmedi. Riva Light Cure, eğilme mukavemeti ve yüzey mikro sertliğinde en düşük değerleri sergiledi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sınırlılıkları içinde, ACTIVA Biyoaktif Restoratif materyal, geleneksel RMGIC'lere göre daha iyi mekanik ve fiziksel özellikler göstermiştir. Bununla birlikte, bu dental restoratif materyalin klinik performansını doğrulamak için kontrollü klinik çalışmalar tavsiye edilmektedir.
INTRODUCTION: The ability of dental restorative material to resist the functional forces is an important requirement for their long-term clinical performance. Compressive strength, flexural strength and surface microhardness are significant physical properties of dental restorative materials. The purpose of this study is to compare the mechanical properties of four different resin modified glass ionomer cements (RMGICs).
METHODS: Materials used in the study; Photac Fil Quick Aplicap (3M ESPE, Minnesota, ABD), GC Fuji II GP (GC Corporation, Tokyo, Japan), Riva Light Cure (SDI, Illionis, ABD) and ACTIVA Bioactive (Pulpdent Corporation, Watertown, USA). Specimens were prepared (n=10) according to the ISO standard for testing compressive strength, flexural strength and surface microhardness. The data were analyzed using SPSS software (version 18, SPSS Inc., Chicago, IL, USA). One-way ANOVA and Tukey HSD post hoc-test was performed to identify differences between the materials (p<0.05).
RESULTS: The highest compressive and flexural strength values were obtained from ACTIVA Bioactive. There was no significant difference betweeen surface microhardness values of Photac Fil Quick Applicap and ACTIVA Bioactive. Riva Light Cure exhibited the lowest values for flexural strength and surface microhardness
DISCUSSION AND CONCLUSION: Within the limitations of this study, ACTIVA Bioactive Restorative material showed better mechanical and physical properties than conventional RMGICs

7.
Oral Lökoplaki ve Oral Skuamoz Hücreli Karsinomada Ghrelin Seviyelerinin Değerlendirilmesi: İmmünhistokimyasal Çalışma
The Evaluation of Ghrelin Expression In Oral Leukoplakia And Oral Squamous Cell Carcinoma: An Immunohistochemical Study
Gül Fikirli, İlker Özeç, Reyhan Eğilmez, Fahrettin Göze
doi: 10.5505/eudfd.2017.53315  Sayfalar 176 - 181
GİRİŞ ve AMAÇ: Biobelirteçler normal dokuda, prekanseröz lezyonlarda ve kanserli dokuda farklı miktarlarda bulunabilen proteinler veya genlerdir, biobelirteçlerin değerlendirilmesi daha etkin bir şekilde malign transformasyon öngörüsü yapılmasını sağlayabilir. Bu çalışmanın amacı normal oral epitel, oral lökoplaki ve oral skuamoz hücreli karsinomada (OSHK) ghrelin seviyelerinin araştırılarak karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Patoloji bölümü arşivinden elde edilen toplam 55 adet daha önce tanısı konulmuş normal oral mukoza (n = 15), oral lökoplaki (n = 18) ve OSHK (n = 22) bloklarından deparafinize edilerek elde edilen preparatlar özel antikorlar kullanılarak immünhistokimyasal olarak boyanmış ve ghrelin seviyeleri değerlendirilmiştir. İmmünhistokimyasal boyamada ghrelin mevcudiyeti mikroskop altında 100 hücre değerlendirilerek sayısallaştırılmıştır. Ghrelin pozitif hücrelerde kahverengi sitoplazmik boyama görülmüştür.
BULGULAR: Normal oral mukozada hücrelerinin % 64’ünde, oral lökoplaki hücrelerinin % 66’sında ghrelin pozitif boyama görülürken, OSHK’da bu boyama yalnızca hücrelerin % 8’inde olmuştur. Diğer gruplar ile karşılaştırıldığı zaman OSHK grubunda ghrelin pozitif boyalı hücre miktarının istatistiksel olarak anlamlı şekilde az olduğu görülmüştür (P < 0.05)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Normal oral mukoza ve oral lökoplaki ile karşılaştırıldığı zaman OSHK grubunda ghrelin seviyesinin daha az olduğu tespit edilmiştir. Oral lökoplaki ve normal oral mukoza gruplarının ghrelinin seviyelerinin benzer olduğu belirlenmiştir. Oral karsinogenezis ile birlikte oluşan ghrelin seviyesinde ki değişikliklerin artmış malign potansiyelin belirlenmesinde bir biobelirteç olabileceği düşünülmektedir
INTRODUCTION: Biomarkers are proteins or genes that can be differentially expressed in cancer, premalign, and normal tissue and the use of biomarkers may help to improve prediction of cancer transformation. The aim of this study was to investigate whether ghrelin is differently expressed in normal oral epithelium, oral leukoplakia, and oral squamous cell carcinoma (OSCC)
METHODS: Preparations of deparaffinized blocks obtained from the pathology archives of 55 previously diagnosed cases of normal oral mucosa (n = 15), oral leukoplakia (n = 18), and OSCC (n = 22) were stained immunohistochemically with specific antibodies to evaluate ghrelin expression. The ghrelin expression on immunohistochemical staining was quantified visually by counting 100 cells under a microscopic. Ghrelin-positive cells showed brown cytoplasmic staining
RESULTS: Ghrelin was expressed in 64% of normal oral mucosa, 66% of oral leukoplakia, but in only 8% of OSCC. Compared with the other two groups, the mean ghrelin expression decreased significantly (P < 0.05) in the OSCC group
DISCUSSION AND CONCLUSION: Ghrelin expression is decreased in OSCC compared with normal oral mucosa and oral leukoplakia. The ghrelin levels were similar in oral leukoplakia and normal oral mucosa. Ghrelin expression changes with oral carcinogenesis may be a biomarker for determining increased malignant potential

OLGU SUNUMU
8.
Temporomandibular Eklem Dislokasyonunun Bilateral Eminektomi İle Tedavisi: Bir Olgu Sunumu
Temporomandibular Joint Dislocation Treated With Bilateral Eminectomy: A Case Report
Onur Yılmaz, Emre Balaban, Celal Çandırlı
doi: 10.5505/eudfd.2017.42103  Sayfalar 182 - 186
Temporomandibular eklem (TME) dislokasyonu, kondilin ileri yönde aşırı hareketi sonucu artiküler eminensi geçerek, eklemin açık pozisyonda sabitlendiği ve herhangi bir kayma hareketine imkan vermeyen pozisyonda kalması olarak tanımlanmaktadır. Çiğneme, konuşma gibi günlük aktiviteler sırasında meydana gelebildiğinden hastalar için oldukça rahatsız edici bir durumdur. Dislokasyonların tedavisinde sklerozan ajanların eklem içi enjeksiyonu, eklem içerisine otolog kan enjeksiyonu, lateral pterigoid kasa botulinum toksin enjeksiyonu, lateral pterigoid myotomi, proloterapi, artiküler eminens yüksekliğinin arttırılması ve eminektomi tedavileri yaygın olarak uygulanmaktadır. Uzun süreli dislokasyon hikayelerinin varlığında cerrahi tedavilerin uygulanması gerektiği literatürde bildirilmiştir. Eminektominin kondil yolundaki engelin ortan kaldırılması amacıyla uygulanan etkili bir tedavi yöntemi olduğu ve rekürrens olasılığının oldukça düşük olduğu belirtilmektedir. Bu vaka raporunda yaklaşık 2 yıldır TME dislokasyon şikayeti bulunan hastanın bilateral eminektomi ile tedavisi anlatılmaktadır.
Temporomandibular joint (TMJ) dislocation is defined as an excessive forward movement of the condyle beyond the articular eminence, with complete separation of the articular surfaces and fixation in that position. It is a very uncomfortable situation for patients because it can happen during daily activities like chewing and speaking. Intra-articular injection of sclerosing agents, autologous blood injection into the joint, injection of botulinum toxin into the lateral pterygoid muscle, lateral pterygoid myotomy, prolotherapy, increasing the height of the articular eminence, and eminectomy are widely used in the treatment of dislocations. It has been reported in the literature that surgical treatment should be applied in the presence of long-term dislocations. It is stated that eminectomy is an effective treatment modality for removing the obstacle in the condylar path and has a fairly low recurrence risk.. This case report describes that the patient with complaint of TMJ dislocation for about 2 years has been treated with bilateral eminectomy.

LookUs & Online Makale