e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 34 (2)
Cilt: 34  Sayı: 2 - 2013
DERLEME
1.
İn Vitro Bağlanma Dayanım Testleri ile Klinik Çalışmalar Arasındaki İlişki
The Correlation Between Laboratory Bond Tests and Clinical Outcome
Neslihan Tekçe
doi: 10.5505/eudfd.2013.03064  Sayfalar 57 - 65
Son yıllarda adeziv teknolojide hızlı ve büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Günümüz adezivlerinde mineye etkin bağlanma sağlanırken, dentinin karmaşık yapısından dolayı bu dokuda bağlanmayı sağlamak mineye kıyasla daha zordur. Dentin kompozisyonu ve yapısındaki hererojeniteler, dentin yüzey özellikleri, adezivlerin fiziko-kimyasal özellikleri dentine bağlanmayı etkileyen en önemli etkenlerdir. Günümüzde bağlanma ara yüzeyi ile ilgili elde edilen çoğu veri laboratuar çalışmaları sonucunda elde edilmiştir. Klinisyenlerin yaşadığı sorun ise laboratuar çalışmaları sonucunda elde edilen verilerin adezivin klinik performansını yansıtıp yansıtmadığının hala net olarak belirlenememesidir. Bu iki veri arasında ilişki olduğunu bildiren birkaç çalışma haricinde, laboratuar ve klinik veriler arasındaki ilişki kurmayı deneyen çoğu çalışmacı bu konuda bir sonuca varamamıştır. Bu derlemenin amacı, in vitro koşullarda yapılan adeziv bağlanma dayanım testlerinin, klinikte elde edilen verileri destekleyip desteklemediğini tartışmaktır.
Adhesive technology has undergone great progress in the last decade. Bonding to enamel has been proven to be durable, bonding to dentin is more complicated. These include the heterogeneity of the structure and composition of dentin, the dentin surface characteristics, physicochemical properties of the adhesives, among other variables. Most of the current knowledge of bonded interface originated from laboratory studies. The question as to whether these laboratory outcomes are somehow related or/can be predictive of clinical performance remains dubious. Except for a few weak relationships, most of the attempts to correlate laboratory and clinical data are inconclusive. The aim of this study was to review the clinical outcome of Class V restorations support with in vitro bond strength test’s data or not.

2.
Sınıf II Malokluzyonlarda Uygulanan Tedavi Yaklaşımlarının Üst Hava Yolu Üzerine Etkileri
Effects of Class II Malocclusion Treatment Approaches on Upper Airway
Banu Yavuz, İlken Kocadereli
doi: 10.5505/eudfd.2013.36449  Sayfalar 66 - 72
Sınıf II malokluzyonlar, iskeletsel olarak sagital yönde mandibulanın retrüzyonu, maksillanın protrüzyonu ya da her ikisinin bir arada olduğu durumlar ile karakterizedir. Uygulanan tedavi yaklaşımları, maksillanın ve maksiller dişlerin öne hareketinin engellenmesi, maksiller dişlerin distale hareketi, çekimli tedavi yaklaşımları, mandibulanın horizontal yön büyümesinin stimülasyonu, mandibuler gövde ve mandibuler dişlerin öne hareketini içermektedir. Solunum sistemi, burun, ağız, farinks, larinks, trakea, bronşlar, bronşioller ve alveollerden oluşan dinamik bir yapıdır. Üst hava yolunu değerlendirmek için kullanılan yöntemler sefalometri, akustik refleksiyon, floroskopi, nazofarengeskopi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme, özefageal manometri ve bronkoskopidir. Hava yolu boyutlarını etkileyen birçok faktör mevcuttur. Sınıf II malokluzyon görülen çocuklarda, Sınıf I bireylerle karşılaştırıldığında orofaringeal ve hipofaringeal alanların daha dar olduğu ve Sınıf II malokluzyon tedavisi ile hava yolu boyutlarında bir miktar artış olabileceği düşünülmektedir. Bu derlemenin amacı, literatürde mevcut olan, Sınıf II malokluzyonun tedavi yaklaşımları arasında sayılan maksiller genişletme, headgear uygulamaları, fonksiyonel apareyler, ortognatik cerrahi ve mandibuler distraksiyonun üst hava yolu boyutlarına etkilerini inceleyen çalışmaları değerlendirmektir.
Skeletal class II malocclusions are characterized by sagittal mandibular retrusion, maxillary protrusion or combination of both. Treatment altervatives include restriction of anterior movement of maxilla and maxillary teeth, distal movement of maxillary teeth, extractions, stimulation of horizontal growth of mandible and anterior movement of mandible and mandibular teeth. Respiratory system is a dynamic structure includes nose, mouth, pharynx, larynx, trachea, bronchial, bronchiole and alveolus. The methods used to evaluate upper airway are cephalometry, acoustic reflection, fluoroscopy, nasopharyngoscopy, computedtomography, magnetic resonance imaging, esophagealmanometry and bronchoscopy. There are a lot of factors effecting the size of the airway. When compared with Class I individuals, children with Class II malocclusion have narrower oropharyngeal and hypopharyngeal areas and it is concluded that Class II malocclusion treatments can increase the airway size. The aim of this review is to evaluate the studies found in literature about the effects of Class II malocclusion treatments such as maxillary expansion, headgear, functional appliances, ortognatic surgery and mandibular distraction on upper airway size.

3.
Elektronik Apeks Bulucular
Electronic Apex Locators
Mehmet Emin Kaval, Hicran Dönmez
doi: 10.5505/eudfd.2013.84856  Sayfalar 73 - 78
Kanal tedavisi uygulamalarında çalışma boyu tespiti başarıyı önemli ölçüde etkilemektedir. Elektronik Apeks bulucuların çalışma boyu tespitinde kullanımı radyografik yönteme alternatif olarak gündeme gelmiş ve son yıllarda kullanım oranı oldukça artmıştır. Günümüzde teknolojik ilerlemelerle paralel olarak çalışma mekanizmaları geliştirilen yeni nesil elektronik apeks bulucuların başarı oranları oldukça yükselmiş ve klinik uygulamaların olmazsa olmazları arasına girmişlerdir. Bu derlemenin amacı elektronik apeks bulucuların çalışma prensiplerinin, kullanım alanlarının ve bu cihazlardaki gelişmelerin değerlendirilmesidir.
During the root canal treatment procedure the accuracy of working length determination affects the success of the endodontic therapy directly. Using electronic apex locators (EALs) to determine working length is an alternative method to radiographic working length determination and EALs has gained increasing popularity in recent years. Nowadays working mechanisms of EALs have been improved and by means accuracies of new generation EALs have been increased and contributes significantly to dentist in clinical practice. The purpose of this article is to review the development, working principles and application areas of EALs.

4.
Peridontontal Patolojilerin Tanısında Kullanılan Görüntüleme Teknikleri Bölüm 1: İki ve Üç boyutlu Görüntüleme Sistemleri
Imaging Systems Used For Diagnosis Of Periodontal Pathology Part 1: Two and Three Dimensional Imaging Systems
Elif Soğur, B. Güniz Baksı
doi: 10.5505/eudfd.2013.25238  Sayfalar 79 - 85
Radyografiler, periodontal hastalıkların değerlendirilmesinde kullanılan en önemli gereçlerdir. Alveoler kemik seviyesinin belirlenmesinin yanı sıra, plak retansiyonuna neden olan faktörleri, furkasyon lezyonlarını ve alveoler kemiklere ait patolojiler gibi tedavi sürecini ve sonuçlarını etkileyecek birçok parametre hakkında bize ayrıntılı bilgi sunar. Dişhekimliğinde kullanılan görüntüleme sistemlerinin çoğu üç boyutlu anatomik oluşumların iki boyutlu görüntüsünü oluşturmaktadır. Bu sistemler ile elde edilen görüntülerde anatomik oluşumların birbiri üzerine süperpoze olması nedeniyle incelenen bölgenin detaylarının maskelenmesi ve dolayısı ile görüntülerin tanısal kapasitenin azalması iki boyutlu görüntülerin en büyük dezavantajıdır. Günümüzde konik ışınlı bilgisayarlı tomografi gibi üç boyuta ait bilgi veren görüntüleme sistemlerinin geliştirilmesi, iki boyutlu görüntüleme sistemlerinin yetersizliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu derlemenin amacı; periodontal dokuların ve periodonsiyum kökenli patolojilerin incelenmesinde kullanılan iki ve üç boyutlu görüntüleme sistemlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmek, klinik avantaj ve dezavantajlarını irdelemektir.
Radiographs are the integral component for the assessment of periodontal disease. They can provide diagnostic information on alveoler bone levels, plaque retention factors, furcation defects and additional pathology which may influence patient management and treatment outcomes. Imaging systems used in dentistry are largely limited to 2 dimensional (2-D) systems including conventional-based radiography and digital radiography. The problem inherent to 2-D systems is that 3-dimensional anatomy is collapsed into 2-D space, resulting in the superimposition of structures that potentially obscure features of interest and decrease diagnostic sensitivity. 3-D imaging systems such as cone beam computed tomograpgy has the potential to overcome some of the shortcomings of these existing dental imaging systems. The aim of this review is to evaluate the 2-D and 3-D imaging systems being used in periodontology and to compare the clinical advantages and disadvantages of these dental imaging systems.

ARAŞTIRMA
5.
Hareketli Pekiştirme Apareyi Kullanan Hastalarda Apareyin Kullanimini Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
Evaluation Of The Factors Affecting The Using Of Appliance İn Patients With Removable Retainer
Banu Dinçer, Aslıhan M. Ertan Erdinç, Servet Doğan
doi: 10.5505/eudfd.2013.30092  Sayfalar 86 - 91
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı lise ve üniversite düzeyinde eğitim gören ve hareketli pekiştirme apareyi uygulanmış hastaların pekiştirme apareylerini kullanımına karşı olan yaklaşımlarını, memnuniyet ve/veya şikayetlerini değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim dalında ortodontik tedavisi biten ve en az üç aydır hawley pekiştirme apareyi kullanan hastalar çalışma kapsamına alınmıştır. Hastalara apareylerini kullanıp kullanmadıkları, kullanmıyorlarsa kullanmama sebebleri, apareylerde kaybolma, meydana gelip gelmediği ve hareketli pekiştirme apareyi yerine sabit pekiştirme aparey tercihi ile ilgili sorulara yer verilen anket uygulanmıştır.
BULGULAR: Kız hastalar erkek hastalardan daha fazla oranda konuşma zorluğu çektikleri ve çevrede tepki ve merak konusu olmaları nedeniyle apareylerini kullanamadıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca üniversite düzeyindeki hastaların aparey kullanımı konusunda daha özenli oldukları gözlenmiştir..
SONUÇ: Pekiştirme apareyinin seçiminde, hastanın ve ailenin tedaviye bakış açısı gözönüne alınması ve bu konuda detaylı bir şekilde bilgilendirilmeleri gerekmektedir.
OBJECTIVE: The aim of this study is to evaluate the satisfactions and/or complains of the patients who are using removable retantion appliance after orthodontic treatment for retantion.
METHODS: This study is done in Ege University, School of Dentistry, Orthodontics Department with 189 patient whose age avarages are 16.3±1.73 (maks. 22, min.15 ) for males and 16.6±1.45 (mak. 24, min. 14) for females. All the patients used retantion appliance at least three months. After three months, a survey is done one the patients about removable retantion appliances.
RESULTS: In survey it is reported that female patients had more diffulctly in talking and they feel uncomfortable using that in public. It is also reported that people who had university education are using their appliances more regularly.
CONCLUSION: When choosing the type of the retantion appliance, patient’s ideas about the treatment should be evaluted and the patients and their family should be informed well.

6.
Yapay S Kanallarda Bir El Aleti ve İki Döner Aletin Şekillendirme Etkileri
The Shaping Effects of A Hand and Two Rotary İnstruments in Simulated S-Shaped Canals
Gül Çelik Ünal, Murat Maden, Erdal Sarıtekin, Tuğba Işıdan, Hikmet Orhan
doi: 10.5505/eudfd.2013.75047  Sayfalar 92 - 98
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, yapay S kanallarda ProFile, ProTaper ve Ni-TiFlex kanal aletlerinin şekillendirme özelliklerinin karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEMLER: 30 adet S –kanal, ProFile, ProTaper/ProFile kombinasyonu ve ProTaper/Ni-TiFlex kombinasyonu ile apikal genişlik ISO 30 olacak şekilde genişletildi. İlk ve son görüntüler 12 farklı seviyede, Autocad 2007 bilgisayar programı ile analiz edildi. Veriler, varyans analizi ve t-test kullanılarak istatiksel olarak analiz edildi (p=0.05).
BULGULAR: ProTaper/Ni-TiFlex kombinasyonunun daha fazla materyal kaldırdığı gözlenmiştir (p<0.05). Transportasyon miktarı azdan çoğa doğru koronal bölgede, ProTaper/Ni-TiFlex, ProFile, ve ProTaper/ProFile; birinci kurvatörde, ProTaper/ProFile, ProFile, ve ProTaper/Ni-TiFlex ve apikal kurvatörde, ProFile, ProTaper/ProFile, ve ProTaper/Ni-TiFlex olarak belirlenmiştir (P<0.05). Alet kırılması gözlenmemiştir. ProFile grubunda 3 adet basamak oluşumu, ProTaper/Ni-TiFlex grubunda ise 8 adet basamak ve zip oluşumu belirlenmiştir.
SONUÇ: ProFile grubu belirgin olarak orijinal kanal uzunluğunu daha iyi ve daha hızlı bir şekilde korumuştur (p<0.05). ProTaper ile koronal bölümde daha fazla elde edilen genişletmenin apikal transportasyon üzerine pozitif etkisi varmış gibi görünmesine rağmen, ProTaper’ın kombinasyonlarıyla elde edilen kanal şekillerinin hala yetersiz olduğu belirlenmiştir. Koronalden apekse doğru aşamalı olarak çapın azaldığı kesintisiz bir huni şekli maalesef hiçbir grupta gözlenmemiştir.
OBJECTIVE: This study aimed to compare the ability of ProFile, ProTaper and Ni-TiFlex to shape simulated S-shaped canals.
METHODS: Thirty canals were instrumented to apical size 30 with ProFile, ProTaper/ProFile, and ProTaper/Ni-TiFlex. An assessment of pre- and post-instrumentation images at 12 different levels was analyzed with Autocad 2007. Data were analyzed by using an analysis of variance and t-test (p=0.05).
RESULTS: In general, ProTaper/Ni-TiFlex removed more material (p<0.05). The transportation, in ascending order was as follows: At coronal zone, ProTaper/Ni-TiFlex, ProFile, and ProTaper/ProFile; at first curvature, ProTaper/ProFile, ProFile, and ProTaper/Ni-TiFlex; and at apical curvature, ProFile, ProTaper/ProFile, and ProTaper/Ni-TiFlex (P<0.05). No instrument fractured. Three ledges for ProFile and seven ledges and zips for ProTaper/Ni-TiFlex were determined.
CONCLUSION: ProFile maintained the original working length significantly better and faster (p<0.05). Despite extensibility provided by ProTaper in the coronal part of the canal were appeared had positive effects on apical transportation, the canal shapes created with these combinations were still poor. Unfortunately, a continuous funnel shape, with diameter decreasing gradually from the orifice to the apex, was not obtained in any of the groups.

7.
Üç Farklı Akışkan Kompozitin ve Bir Kendinden Adezivli Akışkan Kompozitin Sınıf V Restorasyonlardaki Mikrosızıntı Değerlerinin İn-vitro Olarak İncelenmesi
In-vitro Evaluation of Microleakage of Three Different Flowable Composite and A Self Adhering Flowable Composites In Class V Restorations
Cem Peşkersoy, Gamze Yıldırım, Ferit Özata, Banu Önal
doi: 10.5505/eudfd.2013.83803  Sayfalar 99 - 104
AMAÇ: Çalışmanın amacı, kendinden adezivli akışkan rezin kompozit ile kendinden asitli bir adeziv sistemle kombine olarak uygulanan üç farklı akışkan rezin kompozitin sınıf V restorasyonların çevresindeki mikrosızıntı değerlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Kırk insan molar dişinin bukkal ve lingual yüzeylerinde mine-sement sınırında, sırasıyla 3mm. okluzo-gingival yüksekliği, 4mm. mesyo-distal genişliği ve dentin dokusunda 2.5mm. derinliği olan okluzal kenarı minede, gingival kenarı sementte sonlanan seksen sınıf V slot kavite hazırlanmış, 4 gruba ayrılmıştır (n=10). Grup-1: Single Bond (Kendinden asitli adeziv, "3M ESPE")+G-ænial Flow (Akışkan Kompozit, "GC"); Grup-2: Single Bond+Charisma Opal Flow (Akışkan Kompozit, "Heraus Kulzer"); Grup-3: Single Bond+Alpha Flow (Akışkan Kompozit, "Dental Technologies"); Grup-4: Vertise-Flow (Kendinden Adezivli Akışkan Kompozit, "Kerr"). Restorasyonların bitirme ve polisaj işlemlerinin ardından, dişler %0.5'lik bazik-füksin solüsyonunda bekletilmiş (37°C,24saat), bukko-lingual yönde uzunlamasına kesitlere ayrılmışlardır. Boya penetrasyon derinliği skorlanmış, sonuçlar Kruskall-Wallis ve Wilcoxon testleriyle analiz edilmiştir.
BULGULAR: Mikrosızıntı değerleri kendinden asitli adeziv sistemle birlikte akışkan kompozit uygulanmış dişlere (Grup-2, Grup-3) kıyasla kendinden adezivli akışkan kompozit uygulanmış dişlerde (Grup-4) daha düşük çıkmıştır (p<0,05). Grup-2 ve Grup-3 'deki restorasyonlarda hem okluzal hem de gingival kenarlarda benzer mikrosızıntı skorlarına ulaşılmıştır (p>0,05). Grup-1 ve Grup-4 arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamsızdır (p>0,05).
SONUÇ: Tüm gruplarda servikal kavite kenarlarında oklüzal kenarlara kıyasla daha fazla mikrosızıntı gerçekleşmesine rağmen, restoratif materyallerin hiçbirinde örtüleme anlamında başarısızlık olmamıştır.
OBJECTIVE: Aim of this study was to evaluate microleakage around class V restorations using three different flowable resin composites applied with a self-etching adhesive system compared to a self adhering flowable resin composite.
METHODS: Eighty class V slot cavities were prepared on buccal and lingual surfaces of 40 human molar teeth, at the cemento-enamel junction with a 3mm. occluso-gingival height, 3mm. mesio-distal width and 2.5mm. depth and divided into 4 groups (n=10). Group-1: Single Bond (Self-etching adhesive, "3M ESPE")+G-ænial Flow (Flowable Composite, "GC"); Group-2: Single Bond+Charisma Opal Flow (Flowable Composite, "Heraus Kulzer"); Group-3: Single Bond+Alpha Flow (Flowable Composite "Dental Technologies"); Group-4: Vertise-Flow (Self Adhering Flowable Composite, "Kerr"). After finishing and polishing procedures, teeth were immersed in 0.5% basic-fuchsin solution (37°C,24h) and separated longitudinally in bucco-lingual direction. Depth of tracer penetration was scored. The results were analyzed using Kruskall-Wallis and Wilcoxon tests.
RESULTS: Microleakage was commonly lower in self adhering group (Group-4) than self-etched groups (Group-2, Group-3)(p<0,05). The restorations in Group-2 and Group-3 showed similar results of microleakage for both occlusal and cervical margins (p>0.05), while the difference between Group-1 and Group-4 was statistically insignificant (p>0,05).
CONCLUSION: Although more microleakage was occured at cervical margins than occlusal margins, none of the restorative materials failed to seal the tooth/restoration interface.

OLGU SUNUMU
8.
Oral Fibrolipom: Vaka Sunumu
Oral Fibrolipoma: Case Report
Aylin Çalış, Bahar Sezer, Tayfun Günbay
doi: 10.5505/eudfd.2013.30075  Sayfalar 105 - 107
Oral fibrolipom, klasik lipomun değişik histolojik görüntüsünde ve sık görülmeyen bir oluşumdur. Klinik olarak genellikle yanak mukozasını etkiler. Fibrolipomun etyolojisinde genellikle kronik travma görülmektedir.
46 yaşında erkek hasta, sol yanak mukozasında 9 yıldır bulunan ağrısız şişlik şikayeti ile başvurmuştur. Lezyon lokal anestezi altında kolaylıkla cerrahi olarak eksize edildi. Fibrolipomun teşhisi histolojik olarak yapıldı. İki yıllık hasta takibinde rekürrens görülmedi.
Oral fibrolipoma is an uncommon and histological variant of the classic lipoma. Clinically it mostly affects the buccal mucosa. Etiology of fibrolipoma is typically chronic trauma.
A 46 -year old man presented with a 9 year history of a relatively painless mass in the left buccal mucosa. The lesion was easily excised, under the local anesthesia.The diagnose of fibrolipoma was performed with histologic finding. No reccurence was observed in the two years postoperative control.

LookUs & Online Makale