e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 40 (1)
Cilt: 40  Sayı: 1 - 2019
DERLEME
1.
Sınıf III Maloklüzyonların Geç Dönem Ortodontik Tedavileri
Ortodontic Treatment Of Late Term Class III Malocclusion
Arife Nihan Toğral, Alime Sema Yüksel
doi: 10.5505/eudfd.2019.64325  Sayfalar 1 - 7
İskeletsel sınıf 3 anomalilerin geç dönem tedavilerinde sıklıkla başvurulan yöntem cerrahi destekli ortodontik tedavidir. Ancak, anomalinin şiddetli olmadığı durumlarda fasiyal görünümünden ziyade dental estetiğinden rahatsız olan hastalarda ortodontik kamuflaj tedavisi alternatif bir yaklaşımdır. Kamuflaj tedavisinin amacı, iskeletsel uyumsuzluğun göz ardı edilerek dentoalveolar kompenzasyon ile alt arkın distalizasyonu, maksiller keserlerin proklinasyonu ve mandibular keserlerin retroklinasyonu ile kabul edilebilir bir oklüzyon, fonksiyon ve estetik sağlanmasıdır. Bu amaçla sıklıkla başvurulan yöntem, Sınıf III elastiklerin kullanımıdır. Bunun yanında, son yıllarda popülarite kazanan iskeletsel ankraj destekli tedaviler de alt molar distalizasyonu elde etmek amacıyla sıklıkla uygulanmaktadır. Sınıf 3 anomalilerin kamuflaj tedavisi planlanırken iskeletsel düzensizliğin şiddeti, yüzün dik yön boyutları, keser dişlerin konumları ve periodontal sağlık göz önünde bulundurulmalıdır. Hafif ve orta şiddetteki Sınıf 3 anomalilerin ortodontik kamuflaj tedavisini tercih eden hastalarda tedavi daha çok fonksiyon ve dental estetiğe yönelik, yumuşak doku ve iskeletsel değişikliklerin daha az görüldüğü uygulamalardır. Bu derlemede sınıf III maloklüzyonların geç dönem kamuflaj tedavi yöntemleri anlatılacaktır.
Ortognatic surgery is the common treatment option for adult patients with skeletal Class 3 anomalies. In borderline cases, if the patient cares about dental esthetics more than facial esthetics, orthodontic camouflage treatment could be a good option. The aim of the camouflage treatment is to achieve an acceptable occlusion, function and aesthetic with dentoalveolar compensation by protrusion of the maxillary incisors, retrusion of the mandibulary incisors and distalization of the lower arch, ignoring skeletal incompatibility. The method frequently used for this purpose is the use of Class 3 elastics, while skeletal anchorage-assisted treatments, which have gained popularity in recent years, are also frequently used to obtain lower molar distalization. The severity of skeletal irregularity, the vertical dimension of the face, the location of the incisor teeth, and periodontal health should be considered when planning camouflage therapy for Class 3 anomalies. Treatment in patients who prefer orthodontic camouflage treatment of mild to moderate Class 3 anomalies is a practice that is more functional and aims more for dental aesthetic and less for soft tissue and skeletal changes. This rewiew is about orthodontic camouflage treatment of Class III malocclusions.

2.
Obezite, Oksidatif Stres ve Periodontal Hastalık İlişkisi
The Relation Between Obesity, Oxidative Stress and Periodontal Disease
Müge Lütfioğlu, Feyza Otan Özden, Vadim Atabey
doi: 10.5505/eudfd.2019.42713  Sayfalar 9 - 16
Periodontal hastalıkların etiyopatogenezinin çok faktörlü olması, sistemik ve çevresel faktörlerden etkilenen konak duyarlılığının araştırılmasını gerekli kılmaktadır. Obezite vücutta sağlığı bozacak ölçüde yağ birikimine neden olan kronik çok faktörlü bir hastalıktır. Adipoz doku günümüzde parakrin, otokrin ve endokrin özellikleri olan bir organ olarak kabul edilmektedir. Obezite ve periodontal hastalıkların inflamatuar süreçte birbirlerini etkileme olasılığı olan ortak biyolojik mekanizmalarının olması obezitenin periodontal hastalığın ilerlemesi için bir risk belirleyicisi olabileceği iddiasını doğurmuştur. Obezite-periodontitis kökenli benzer patofizyolojik cevapların yanı sıra, adipoz dokudan salgılanan proinflamatuar sitokinlerin yarattığı subklinik kronik inflamasyon durumu ve sistemik genel stres gibi durumlar iki hastalığın birbiri ile etkileşim halinde olabileceğini düşündürmektedir. Obezitenin sağlıklı ve hastalıklı periodontal dokulara olan sistemik ve kronik enflamatuvar etkileri halen çelişkilidir. Mevcut literatürün ışığı altında, bu derlemenin amacı obezitenin ve dolaylı olarak yarattığı oksidatif stresin periodontal hastalık patogenezine etkisi hakkında bilgi vermektir.
The multi-factorial etiopathogenesis of periodontal diseases require investigating the host susceptibility which is affected by the systemic and environmental conditions. Obesity is a chronic multi-factorial disease which causes fat accumulation in the body to disrupt general health. Recently, adipose tissue is considered to be an organ with paracrine, autocrine and endocrine properties. The fact that obesity and periodontal diseases share common biological mechanisms that are likely to influence each other in the ongoing inflammatory process, this interaction have led to the claim that obesity can be a risk determinant for the progression of periodontal disease. The issues such as the subclinical chronic inflammation caused by proinflammatory cytokines secreted from adipose tissue and systemic general stress caused by increased adiposity as well as the similarities of the pathophysiologic responses caused by obesity-periodontitis suggest that the two diseases may interact with each other. The effects of systemic and chronic inflammatory effects of obesity on the healthy and diseased periodontal tissues are still controversial. In the light of the recent literature, this review aimed to give information about the effect of obesity and obesity-related oxidative stress on periodontal disease pathogenesis.

3.
Tıpta ve Diş Hekimliğinde Fraktal Analiz
Fractal Analysis in Medicine and Dentistry
Melike Güleç, Melek Taşsöker, Sevgi Şener
doi: 10.5505/eudfd.2019.86658  Sayfalar 17 - 31
Geometrideki kare, daire, üçgen gibi bilindik ve basit şekillerle tanımlanamayan, farklı ölçeklerden incelendiğinde kendine benzeme özelliği gösteren karmaşık yapılara ‘fraktal’ denmektedir. Fraktal boyut arttıkça incelenen yapının karmaşıklığı artmaktadır. Fraktal analiz; kolay ulaşılabilir olması, projeksiyon geometrisi ve radyodensite gibi değişkenlerden etkilenmemesi ve trabeküler iç yapı hakkında objektif veriler sunması gibi özellikleriyle son dönemlerde kullanımı gittikçe artan bir yöntemdir. Diş hekimliğinde fraktal analiz kullanılarak; alveolar kemikte meydana gelen erken dönem periodontal değişiklerin saptanması, osteoporöza bağlı ortaya çıkan patolojilerin tanısı, implant bölgelerine komşu kemik dokunun değerlendirilmesi ve temporomandibular eklem disfonksiyonu bulunan hastalarda hastalığın şiddeti ile trabeküler kemik yapıdaki değişimlerin korelasyonunun incelendiği çok sayıda çalışma yapılmıştır. Benzer şekilde tıp alanında da mevcut hastalığın şiddeti ve ilerleyişi hakkında bilgi edinmede veya potansiyel bir hastalığın teşhisinde kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı; fraktal analiz yönteminin tanımlanmasının yanı sıra tıpta ve diş hekimliğinde kullanım alanlarının sunulmasıdır.
It is called 'fractal' which is a complex structure which can not be identified with simple shapes such as squares, circles, triangles in geometry, and shows its own resemblance when examined from different scales. As the fractal size increases, the complexity of the structure is increased. Fractal analysis is an increasingly common method because of its ease of accessibility, not being affected by variables such as projection geometry and radiodensity and providing objective data on the trabecular internal structure. Using fractal analysis in dentistry, a large number of studies have been conducted to determine the early periodontal changes in the alveolar bone, diagnose of osteoporosis-related pathologies, evaluate the bone tissue adjacent to the implant regions and determine the correlation of the severity of the disease of the trabecular bone structure in patients with temporomandibular joint dysfunction. Similarly, it is also used in medicine to learn about the severity and progress of the disease ortodiagnose a potential disease. The purpose of this study is to describe the method of fractal analysis as well as the areas of use in medicine and dentistry.

ARAŞTIRMA
4.
Piezoelektrik Cerrahi ile Kombine Trombositten Zengin Fibrin Kullanılmasının İmplant Stabilitesini Arttırması
Piezoelectric Surgery Combined with Platelet Rich Fibrin Increases Implant Stability
Birant Şimşek, Candan Efeoğlu, Mehmet Cemal Akay
doi: 10.5505/eudfd.2019.16768  Sayfalar 33 - 41
GİRİŞ ve AMAÇ: Trombosit konsantrasyon ürünlerinden biri olan Trombositten Zengin Fibrin (TZF), içerdiği yüksek orandaki büyüme faktörlerinden dolayı doku iyileşmesini hızlandırmak için son yıllarda sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada, piezoelektrik cerrahi ile hazırlanmış ve TZF uygulanmış implant yuvası grubu (TZF+) ile piezoelektrik cerrahi ile hazırlanmış ancak TZF uygulanmamış dental implant yuvası grubunun (TZF-) erken iyileşme dönemindeki primer stabilite üzerine olan etkilerinin Rezonans Frekans Analizi (RFA) ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sistemik rahatsızlığı bulunmayan ve ilgili bölgede implant yapabilmek için ileri cerrahi işleme ihtiyaç duyulmayan 17 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Her hastaya iki adet dental implant yerleştirilmiştir. İmplant soketleri piezoelektrik cerrahi ile hazırlandıktan sonra, rastgele seçilen soketlerden biri operasyondan önce hazırlanan TZF ile kaplanmıştır, diğer soket ise kontrol grubu olarak boş bırakılmıştır. RFA ölçümleri Osstell™ ISQ cihazı ile implantasyondan hemen sonra, postoperatif 1., 4., 8. ve 12. haftalarda yapılmıştır.
BULGULAR: RFA ile yapılan değerlendirmelerde, TZF+ grubunda TZF- grubuna göre sadece 12. haftada istatiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek ISQ değerleri bulunmuştur (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: TZF'nin implant cerrahisi sırasında uygulanması stabilitenin erken dönemde artmasını sağlamıştır. Ancak bu bulguların, daha yüksek sayıda hasta grubu içeren yeni çalışmalarla desteklenmesine ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: This study aims to compare the clinical healing, implant stability and osseointegration of implants placed in anterior mandible when piezosurgery is used for implant site preparation with and without PRF application.
METHODS: Seventeen edentulous patients without medical contraindications for dental implant placement in their anterior mandibles were included in the study. After preparing 2 implant sockets in anterior mandible with piezoelectric surgery, one of the randomly selected sockets was packed with PRF before the insertion of the implant (PRF+) and the remaining socket was left empty as a control (PRF–). Then a dental implant was placed in each socket. The intracellular plasma portion of PRF was used to soak the implant placed in the coated socket of PRF. Resonance frequency measurements were made after implant placement and at postoperative 1, 4, 8, and 12 weeks.
RESULTS: Immediate postsurgical mean ISQ of PRF+ implants was 70.32 ± 4.97, and the mean ISQ was 71.55 ± 5.5 in the control group. At the end of the third month, mean ISQ of PRF+ implants was 77.38 ± 5.18 and the mean ISQ was 74.29 ± 5.65 for PRF– group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Piezoelectric surgery combined with PRF administration increased implant stability throughout the healing period, as evidenced by higher ISQ values. Simple application of this material continues to provide osseointegration.

5.
İki Farklı Materyal ve Bağlayıcı Ajanın Kopma Dirençlerinin Süt Dişlerinde Değerlendirilmesi
The Evaluation of Fracture Resistance of Two Different Materials and Bonding Agents in Primary Teeth
Derya Ceyhan, Zuhal Kırzıoğlu, Z. Zahit Çiftçi
doi: 10.5505/eudfd.2019.64326  Sayfalar 43 - 49
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, indirekt olarak hazırlanan ve farklı adeziv rezin bazlı ajanlar ile süt dişlerine yapıştırılan kompozit ve kompomer onleylerin kopma dirençlerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çürüksüz 20 adet süt dişinin kökleri, kronlarından ayrıldı. Kron kısımları, okluzal yüzeye paralel şekilde kesilerek homojen bir dentin tabakası elde edildi. Işık ile birincil ve polimerizasyon fırını ile ikincil polimerizasyon uygulanarak kompozit ve kompomer onleyler hazırlandı. Diş örnekleri, kullanılacak materyallere göre 4 gruba ayrıldı: Grup1(Kompozit onley+Çok aşamalı yapıştırma ajanı), Grup 2(Kompozit onley+Self-adeziv yapıştırma ajanı), Grup3(Kompomer onley+Çok aşamalı yapıştırma ajanı), Grup4(Kompomer onley+Self-adeziv yapıştırma ajanı). Kompozit ve kompomer onleyler yapıştırılan diş örneklerinden çubuk şeklinde örnekler hazırlandı, mikrogerilim test cihazında kopma değerleri kaydedildi ve Mann Whitney-U testi ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Elde edilen 59 test örneğinin kopma değerlerinin 2.5-15.8MPa arasında değiştiği görüldü. Restorasyon materyalleri arasında (Grup 1-3/Grup 2-4) farklılık bulunmazken (p>0.05), yapıştırma ajanları arasında (Grup 1-2/Grup 3-4) anlamlı farklılık olduğu (p<0.01) görüldü. Çok aşamalı adeziv rezin bazlı yapıştırma ajanı ile yapıştırılan örneklerin kopma direnci daha yüksek bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Aşırı madde kayıplı süt dişlerinin restorasyon başarısının arttırılmasında, ışık ile polimerizasyonun yanı sıra ısı ile de polimerizasyon sağlanarak indirekt restorasyonlar uygulanması avantaj sağlamaktadır. Çok aşamalı adeziv rezin bazlı yapıştırma ajanı başarılı olmakla birlikte içeriğine, üretici firma önerilerine özen gösterilmesi önem taşımaktadır.
INTRODUCTION: This study aimed to evaluate fracture resistance of indirect composite/compomer onlays bonded to primary teeth with different adhesive resin based agents.
METHODS: Roots of 20 non-carious primary teeth were separated from their crowns. Crowns were cut parallel to occlusal surface and a homogeneous dentin layer was obtained. Primary polymerization with light and secondary polymerization with polymerization furnace were applied to prepare composite/compomer onlays. Tooth samples were divided into 4 groups according to materials: Group1(Composite onlay+Multi-step adhesive agent), Group2(Composite onlay+Self-adhesive agent), Group3(Compomer onlay+Multi-step adhesive agent), Group4(Compomer onlay+Self-adhesive agent). Rod-shaped samples were prepared from tooth samples, fracture values were recorded in micro-tensile test device and compared with Mann Whitney-U test.
RESULTS: Fracture values of obtained 59 test samples varied between 2.5-15.8MPa. While there was no difference between restoration materials (Group 1-3/Group 2-4)(p>0.05), there was a significant difference between bonding agents (Group 1-2/Group 3- 4)(p<0.01). Fracture resistance of the samples bonded with multi-step adhesive resin based agent was found to be higher.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is advantageous to apply indirect restorations by polymerizing with heat as well as by light for increasing restoration success of extensively damaged primary teeth, multi-step adhesive resin based agent is successful, however to take care of its content and manufacturer's recommendations is important.

6.
3 Farklı Sonik Aktivasyon Sisteminin Kök Kanallarında Standardize Yapay Oluklardan Debris ve Kalsiyum Hidroksit Uzaklaştırma Etkinliklerinin Karşılaştırılması
Comparison of Three Different Sonic Activation Systems in Removing Debris And Calcium Hydroxide From Artificial Standardized Grooves in Root Canals
Ece Avcı, Emrah Karataşlıoğlu, BEKIR OGUZ AKTENER
doi: 10.5505/eudfd.2019.76993  Sayfalar 51 - 58
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı: kök kanal irrigasyonunda sonik aktivasyon için kullanılan EndoActivator, SonicLine ve Eddy sistemlerinin, kök kanallarındaki düzensizliklerden kalsiyum hidroksit ve debris temizleme etkinliklerinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 110 sağlam üst orta keser dişin kron kısmı uzaklaştırılıp kök kanal genişletme işlemleri ProTaper Universal ile yapılmıştır. Kökler dikey olarak ikiye bölünüp kanal duvarına bir adet yapay oluk hazırlanmış ve 55 örneğe debris, 55 örneğe kalsiyum hidroksit uygulanmıştır. Birleştirilen yarımlar hermetik olarak örtülenmiş, ardından irrigasyon prosedürleri uygulanmıştır. Deney gruplarında (n=15) total sonik aktivasyon süresi 60 s olarak belirlenmiştir; bunun 30 saniyesi kanalda NaOCl varlığında, 30 saniyesi EDTA varlığında uygulanmıştır. İrrigasyondan sonra kurutulup tekrar açılan örneklerden x40 büyütmeyle stereomikroskop görüntüleri alınarak olukta kalan debris ve kalsiyum hidroksit miktarları standart bir skorlamaya tabi tutulmuştur. Skorlara Kruskal-Wallis ve Dunn-Bonferroni testi uygulanmıştır (p<0.05).
BULGULAR: İstatistik inceleme sonucunda, kalsiyum hidroksit temizleme etkinliği açısından sonik aktivasyon grupları ile kontrol grubu arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Sonik aktivasyon gruplarının konvansiyonel şırınga irrigasyon grubuna göre daha etkin debris uzaklaştırdığı (p<0.05), sonik aktivasyon sistem gruplarının birbirleri arasında anlamlı farklılık bulunmadığı (p>0.05) gözlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yeni sistemler olan Eddy ve SonicLine’ın debris ve kalsiyum hidroksit uzaklaştırma açısından EndoActivator’e eşdeğer sonuç verdiği söylenebilir. Bu sistemlerin mekanik özellikleri ve klinik uygulamaları ile ilgili yeni çalışmalar düşünülebilir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the efficacy of EndoActvator, SonicLine and Eddy sonic irrigation activation systems in removal of calcium hydroxide and dentinal debris from root canal irregularities.
METHODS: One-hundred-ten human maxillary central incisor teeth were decoronized and instrumented with ProTaper Universal. Teeth were split in half vertically and a standardized groove was formed in canal wall. Fifty-five teeth were filled with calcium hydroxide and fifty-five with dentin debris. Two halves of the samples were brought together and sealed. Final irrigation procedures were applied. Sonic activation was applied to experimental groups. The samples were left to dry and reopened; then digital images were obtained to score remaining debris and calcium hidroxide normatively. Kruskal-Wallis and Dunn Bonferroni tests were applied to the scores (p<0.05).
RESULTS: In terms of removing calcium hydroxide from the artificial groove, sonic activation systems were not significantly different from the conventional syringe irrigation(p>0.05). Sonic activation systems resulted better in debris removal than conventional irrigation(p<0.05), however there was no significant difference amongst these three sonic systems (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It can be concluded that novel sonic activation systems Eddy and SonicLine resulted equivalent to EndoActivator. Further research can be executed on mechanical aspects and clinical properties of these systems.

7.
Mental Foramen Çapının Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi ile Değerlendirilmesi: Retrospektif çalışma
Cone Beam Computed Tomographic Evaluation of the Mental Foramen Diameter: A retrospective study
Emre Aytuğar, Nihat Laçin
doi: 10.5505/eudfd.2019.84803  Sayfalar 59 - 63
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Mental Foramen (MF)'in bukko-lingual çapını ve üst-alt mesafesini Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) kullanarak incelemektir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 300 bireye ait (yaşları 9 ile 74 arasında değişen 152 kadın ve 148 erkek) KIBT görüntüleri dahil edildi. MF'nin bukkal sınırından lingual sınırına olan mesafe ve MF'nin üst-alt mesafesi 1 mm kesit aralığındaki çapraz kesit görüntüleri kullanılarak ölçüldü. Mann-Whitney U testi, MF'nin ortalama çapının cinsiyetler arasında ve ayrıca her bir cinsiyette sol ve sağ taraflar için karşılaştırılmasında kullanılmıştır.

BULGULAR: Hem bukko-lingual hem de üst-alt yönde ortalama MF çapı, erkeklerde hem sol hem de sağ tarafta kadınlardan anlamlı derecede daha yüksekti. Ayrıca, her iki cinsiyette de sağ ve sol taraflar arasında MF'nin bukko-lingual çapında anlamlı bir fark bulunmazken, MF'nin ortalama üst-alt çapı erkeklerde sağ ve sol taraflar arasında anlamlı derecede farklıydı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bukko-lingual ve üst-alt yöndeki ortalama MF çapının erkeklerde her iki tarafta da kadınlardan daha fazla olduğu bulunmuştur.
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the bucco-lingual and the top-bottom distance of Mental Foramen (MF) by using Cone Beam Computed Tomography (CBCT).

METHODS: The CBCT images of 300 subjects (152 females and 148 males with ages ranging from 9 to 74 years) were included in this study. The distance from the buccal border to the lingual border and the top-bottom distance of MF were measured by using the cross-sectional images in the 1 mm cross-sectional range. Mann-Whitney U Test was used to compare the mean values of MF diameter between genders and also in each gender for left and right sides.

RESULTS: The mean MF diameter in both bucco-lingual and top-bottom was significantly greater in males than in females on both left and right sides. Also, while there was no significant difference in bucco-lingual diameter of MF between the right and left sides in both genders, the mean top-bottom diameter of MF was significantly different between right and left sides in males.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The mean MF diameter in both bucco-lingual and top-bottom was found to be greater in males than in females on both sides.

OLGU SUNUMU
8.
Dokuzuncu Kromozomun Perisentrik İnversiyonuna Bağlı Ailesel Non-Sendromik Oligodonti
Familial Non-Syndromic Oligodontia Attributable to Pericentric Inversion of Ninth Chromosome
Metin Çalışır, Özgür Muhammer Çevik
doi: 10.5505/eudfd.2019.58561  Sayfalar 65 - 68
Non-sendromik oligodonti, herhangi bir sendromun eşlik etmediği, üçüncü azı dişleri hariç, altı veya daha fazla dişin konjenital eksikliği olarak tanımlanır. Etiyolojisinin, kalıtsal ve çevresel faktörlere bağlı olduğuna inanılmakla birlikte bu konu henüz aydınlatılamamıştır.
Ailesel sendromik olmayan oligodontinin ayırıcı tanısı için dental muayene ile birlikte klinik testler ve aile görüşmesi ve genetik danışmanlık ile G-bant karyotip analizi yapıldı. Klinik ve genetik bulgular, 18 yaşındaki erkek hastanın, dokuzuncu kromozomunun perisentrik inversiyonu anlamına gelen 46, XY, inv (9)(p21,q31) karyotipi ile ailesel non-sendromik oligodontiden etkilendiğini gösterdi.
Bu çalışmada, daha önce ailesel non-sendromik oligodonti ile korelasyon göstermeyen ve özel bir karyotipe sahip inv(9)(p21,q31) nadir bir heteromorfizm olan özel ailesel sendromik olmayan oligodontili bir bireyi bildiriyoruz.
Non-syndromic oligodontia is defined as the congenital lack of six or more teeth, excluding the third molars without any accompanying syndrome. Its etiology is believed to be rooted in hereditary and environmental factors however, not resolved yet.
Dental examinations with clinical tests for differential diagnosis of familial non-syndromic oligodontia and G-banding karyotype analysis with family interview and genetic counseling were done. Clinical and genetic findings revealed that a 18-year-old male patient was suffering from familial non-syndromic oligodontia with 46,XY,inv(9)(p21,q31) karyotype which means pericentric inversion of ninth chromosome.
Here we report an individual who has familial non-syndromic oligodontia with a special karyotype of inv(9)(p21,q31) of which is a rare heteromorphism with no previously correlation to familial non-syndromic oligodontia.

LookUs & Online Makale