e-ISSN 1302-7476
Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi - EÜ Dişhek Fak Derg: 32 (1)
Cilt: 32  Sayı: 1 - 2011
DERLEME
1.
Mikrodalga Enerjisi ile Akrilik Rezinlerin Polimerizasyonu
The Use of Microwave Energy to Polymerize Acrylic Resins
Ahmet Özkömür, Orhun Ekren
doi: 10.5505/eudfd.2011.47855  Sayfalar 1 - 7
Mikrodalga ile polimerize edilen rezinler daha kolay ve çabuk üretim sağlanması amacıyla geleneksel ısı ile polimerize olan resinlere alternatif olarak sunulmuşlardır. Mikrodalga enerjisi yolu ile polimerize edilen rezinler yeterli fiziksel ve biyolojik özelliklere sahiptirler. Bu makale, geleneksel sıcak su banyosu ve mikro dalga ile polimerizasyon yöntemleri arasında mekanik, biyolojik ve fiziksel açılarlardan karşılaştırma ortaya koyan bir literatür derlemesi sunmaktadır.
Microwave-processed acrylic resins were introduced in dental practice as an alternative for conventional heat-processed in order to provide easier and faster processing. Microwave polymerized acrylic resins seem to possess adequate physical and biological properties. This paper presents a literature revision about acrylic resin polymerization by microwave energy, establishing a comparison between this method and the traditional water bath polymerization in the aspects of mechanic, biologic and physical properties.

2.
Dentin Hassasiyeti Tanı ve Tedavi Planlaması
Diagnosis and Treatment Planning of Dentinal Hypersensitivity
Uğur Erdemir, Esra Yıldız
doi: 10.5505/eudfd.2011.96168  Sayfalar 9 - 22
Dentin hassasiyeti, kimyasal, termal, mekanik, ozmotik ve buharlaştırıcı uyaranlara cevap olarak artan, açığa çıkmış dentin dokusunda ortaya çıkan, herhangi bir diş hasarı veya patolojisi ile açıklanamayan kısa süreli, keskin ve lokalize bir ağrı ile karakterizedir. Kesik dişler, tüberkül kırıkları, çatlak dişler, çürük ve kenar uyumsuzluğu/sızıntısı gibi dentinin açığa çıktığı ve hassasiyete neden olan benzer semptomlarla ayırt edici tanının doğru konabilmesi çok önemlidir. Doğru bir ayırıcı tanı için dikkatli klinik muayene ve ayrıntılı bir anamnez alınması gereklidir. Klinisyenlerin dentin hassasiyeti için uygun tedavi uygulamalarını belirlemeleri, tedavi edici ve koruyucu önerilerde bulunmaları gereklidir. Ayrıca, dentin hassasiyetinin tedavisinde diş tedavisinin de dikkate alınması gereklidir. Bu makalede yayınlanmış literatürler gözden geçirilerek dentin hassasiyetinin tanımı, yaygınlığı, epidemiyolojisi, mekanizması, etiyolojisi, teşhis ve tedavi planlaması tartışılacaktır.
Dentin hypersensitivity is characterized by short, sharp pain arising from exposed dentin in response to stimuli—typically thermal, evaporative, tactile, osmotic, or chemical—that cannot be attributed to any other dental defect or pathology. Differential diagnosis is essential in order to exclude other conditions with similar symptoms where dentin is exposed and sensitive, such as chipped teeth, fractured cusps, cracked teeth, caries, and restorations with marginal deficiencies/leakage. Arriving at a correct differential diagnosis requires careful clinical examinations and a thorough dental history. Clinicians must determine appropriate treatment, and provide treatment and preventive recommendations for dentinal hypersensitivity. Consideration should also be given to treating dentinal hypersensitivity associated with dental treatment. This paper will review the published literature and discuss the definition, prevalence, epidemiology, mechanism, aetiology, diagnosis and management of dentin hypersensitivity.

ARAŞTIRMA
3.
Palatinal Bölgedeki Yumuşak Doku Kalınlığının ve Nöro-Vasküler Demetin Konumunun Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi ile Saptanması
Cone-beam Computed Tomography Evaluation of the Soft Tissue Thickness and Neurovascular Bundle’s Position at the Palatal Region
Hasan Güney Yılmaz, Hakan Bayındır
doi: 10.5505/eudfd.2011.28290  Sayfalar 23 - 29
AMAÇ: Periodontal plastik cerrahide donör alan olarak kabul edilen palatinal bölgeden yumuşak doku grefti (YDG) elde edilmesi sırasında nöro-vasküler demete (NVD) zarar verilmemesi önemlidir. Elde edilebilecek YDG miktarı palatinal mukozanın kalınlığına (PMK) ve NVD 'nin konumuna bağlıdır. Bu çalışmanın amacı konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) ile elde edilen görüntülerden PMK'nın ölçülmesi ve NVD'nin konumun belirlenmesiyle YDG elde etmek için ideal bölgenin saptanmasıdır.
YÖNTEMLER: 122 hastanın KIBT ile elde edilen görüntülerinden ölçümler yapıldı. PMK'nın yaş, cinsiyet, diş bölgelerine göre değişimi incelenmiştir. NVD'nin alveolar kret tepesine olan uzaklığı (NVDU) ile palatal derinlik (PD) arasında ilişki ve bu iki parametrenin maksiler alveolar kret ile palatinal kemik arasındaki açıyla (PA) olan ilişkileri araştırılmıştır.
BULGULAR: PMK ortalaması ikinci molardan 1. premolara sırasıyla 3.8, 3.2, 3.6 ve 3.1 mm bulunmuştur. PMK ikinci molar ve ikinci premolar dişler bölgelerinde istatistiksel olarak (p < 0.05) diğer bölgelerden farklı bulunmuştur. PMK erkeklerde kadınlara göre fazla belirlenmiştir. PMK ile yaş arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. NVDU'nun birinci premolar bölgesi hariç tüm bölgelerde PD'nin artışı ile pozitif korelasyon gösterdiği bulunmuştur. PA ile NDVU ve PD arasında hiçbir bölgede anlamlı ilişki saptanamamıştır. NVDU ortalaması en çok ikinci molar bölgesinde 11.2 mm en az birinci premolar bölgesinde 8,05 mm ölçülmüştür.
SONUÇ: Maksiller premolar ve molar dişlerin palatinallerinde, NVD ve foramen palatinum majus'un konumu değerlendirildiğinde ortalama kalınlıkta YDG elde edilebilecek en uygun yerin ikinci premolar ile ikinci molar dişler arası olduğu görülmüştür. YDG alma işlemi sırasında, özellikle birinci premolar dişin palatinalinde NVDU'nun 8 mm'ye kadar düştüğü unutulmamalıdır.
OBJECTIVE: Avoiding to damaging the neurovascular bundle (NB) while harvesting soft tissue graft (STG) from palatal area which is considered as a donor site for periodontal plastic surgery is important. The size of STG that can be related the position of NB and thickness of palatal mucosa (PMT). The aim of this study was to evaluate PMT and NB morphology from cone-beam computerized tomography (CBCT) images for established the ideal zone for STG.
METHODS: Measurements performed at 122 patients' CBCT images. PMT evaluated according to age, gender and teeth zone. The relation of the distance among NB to top of maxillary alveolar ridge (NBD) and palate vault depth (PVD) and the angle between the alveolar bone and the palatal plane (PA) were evaluated.
RESULTS: The mean PMT from second molar to first premolar teeth were detected as 3.8, 3.2, 3.6 and 3.1 mm respectively. PMT at second molar and second premolar teeth were statistically different from other zones (p< 0.05). The mean PMT was significantly thicker in males. Except for NBD of first premolar zone, NBD showed positive correlation with PVD. No significant relationship among PA with NBD and PVD established. The highest NBD detected 11.2 mm at second molar zone and the lowest was detected 8.05 mm at first premolar zone.
CONCLUSION: The second premolar to second molar teeth zones observed as the suitable graft area considering the mean PMT. It should be careful when the STG harvested from the first premolar zone since NBD decreased to 8mm.

4.
Rezin Kompozit ve Cam İyonomer Esaslı Materyallerin Basma Dayanıklılıklarının Saptanması
Determination of the Compressive Strengths of Resin Composite and Glass-Ionomer Based Materials
Tijen Pamir, Bilge Hakan Şen
doi: 10.5505/eudfd.2011.47966  Sayfalar 31 - 37
AMAÇ: Bu in vitro çalışmada, rezin kompozit ve cam iyonomer esaslı restoratif materyallerin basma dayanıklılıkları araştırıldı.
YÖNTEMLER: 4 mm çapında 6 mm yüksekliğindeki materyal örnekleri Delrin® kalıplar içerisinde hazırlandı. Tüm deneysel işlemler oda sıcaklığında gerçekleştirildi. Farklı rezin kompozitler (Esthet-X, Z250, Ceram-X, TPH ve Siloran), poliasit modifiye rezin kompozit (Compoglass F), rezin modifiye cam iyonomer (Photac Fil Quick Aplicap) ve konvansiyonel cam iyonomer siman (Ketac Molar Quick Aplicap) test edildi. Materyallerin basma dayanıklılıkları üniversal test cihazında tespit edildi. Elde edilen veriler tek yönlü ANOVA ve takiben Bonferroni testi ile analiz edildi (p=0,05).
BULGULAR: Rezin kompozitlerin basma dayanıklılıkları arasındaki farklılıklar anlamlı bulundu (p<0,05). En yüksek basma dayanıklılığı Z250'den en düşük ise Ketac Molar Quick Aplicap'dan elde edildi. Bir geçiş materyali olarak Compoglass F, rezin kompozitlerin bazılarından (p<0,05) ve konvansiyonel cam iyonomer simandan (p<0,01) farklı direnç değerleri sergiledi. Konvansiyonel ve rezin modifiye cam iyonomer simanların basma dayanıklılıkları arasındaki fark ise istatistiksel açıdan anlamlı değildi (p>0,05).
SONUÇ: Bu çalışmanın sınırları dâhilinde, tümü estetik restoratif materyal kapsamında anılan ancak farklı kimyasal niteliklere sahip olan birçok malzemenin direncinin birbirinden son derece farklı olduğu ve kullanımlarında bu farklılığın dikkate alınması gerektiği sonucuna varıldı.
OBJECTIVE: In this study, the compressive strength of various resin composites and glass ionomer cements was investigated.
METHODS: Delrin molds containing 4 mm in diameter and 6 mm in long cylinders were utilized to prepare standard specimens. All experimental procedure was performed in room temperature. Different types of resin composite (Esthet-X, Z 250, Ceram-X, TPH, and Siloran); a polyacid modified resin composite (Compoglass F); a conventional glass ionomer (Ketac Molar Quick Aplicap) and a resin modified glass ionomer cement (Photac Fil Quick Aplicap) were.tested. Compressive strength of the materials was determined in universal testing machine and data were analyzed with one-way ANOVA followed by Bonferroni test (p=0.05).
RESULTS: The significant differences were determined among the compressive strength of resin composites (p<0.05). The highest compressive strength was obtained from Z 250 and the lowest from Ketac Molar Quick Applicap. As a transitional material, Compoglass F was presented significant differences from some of the resin composites (p<0.05) and conventional glass ionomer cement (p<0.01). The difference of compressive strength values between conventional and resin modified glass ionomer cements were not significant (p>0.05).
CONCLUSION: Within the limitations of this study, it was concluded that the strengths of various materials, which were categorized as esthetic restoratives but had different chemical properties were extremely significant.

5.
Furkasyon Problemi Olan Endodontik Sorunlu Dişlerde PZR Yöntemi Kullanılarak Peridontal Cep ve Kök Kanalı Arasındaki Mikrobiyolojik İlişkinin İncelenmesi
Investigation of the Microbiological Relationship between Periodontal Pocket and Root Canal of the Teeth with Furcation Defect and Endodontic Problem using PCR Analysis
Hasan Güney Yılmaz, Ata Devrim Çağlayan
doi: 10.5505/eudfd.2011.52523  Sayfalar 39 - 44
AMAÇ: Periodontal ve endodontik dokular arasındaki olası etkileşim yıllardır incelenen bir konudur. Periodontal hastalıklar anedenolan etkenler endodontik enfeksiyonlara da neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı, çürüksüz, furkasyonlezyonuolan, primer periodontal-sekonder endodontik enfeksiyonlu dişlerin polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) yöntemi ile mikrobiyolojik olarak incelenmesidir.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 24 hastanın primer periodontal-sekonder endodontik lezyonu olan 24 molar dişi dahil edildi. Tedavi uygulanacak dişlerin plak ve gingival indeksleri, cep derinlikleri, furkasyon lezyonları ve mobiliteleri kaydedildi. Dişler izole edildikten sonra subgingival plak örnekleri steril kağıt konlar yardımıyla alındı. Aynı seansta kök kanalından steril kağıt konlar kullanılarak mikrobiyolojik örnekler alındı. DNA izolasyonu ve PZR analizi üretici firmanın talimatları doğrultusunda yapıldı ve hedeflenen mikroorganizmaların tespiti için T. forsythia, F. nucleatum, P. gingivalis, P. endodontalis, T. denticola, E. feacalis ve A. actinomycetemcomitans'a özel primerler kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen dişlerde en derin cep 10 mm, en sığ cep ise 6 mm olarak belirlenmiştir. Dişlerin % 75'inde 2. sınıf, %25'inde ise 3. sınıf furkasyon problemi saptanmıştır. P. gingivalis, P. endodontalis, ve T. denticola'nın periodontal cep ve kök kanalında bulunması arasında anlamlı ilişki bulunurken, diğer bakterilerde anlamlı sonuç gösterilememiştir. Cep derinliğinde artış ile subgingival plakta bakteri bulunması arasındaki ilişki, T. forsythia, F. nucleatum, P. gingivalis, P. endodontalis ve T. denticola için istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş, E. feacalis ve A. actinomycetemcomitans için anlamlı sonuç saptanmamıştır.
SONUÇ: Periodontal ve endodontik tedavilerin başarısı etken mikroorganizmaların eliminasyonu ile yakından ilişkilidir. Bu çalışmanın sınırları dahilinde, 2. ve 3. sınıf furkasyon problemi olan dişlerdeki periodontal enfeksiyon, sekonder olarak endodontik enfeksiyona sebep olmaktadır. Böyle dişlerin endodontik tedavilerinin başarısı periodontal problemlerin ortadan kaldırılması ile sağlanabilir.
OBJECTIVE: It was shown that the factors cause periodontal diseases also lead endodontic problems. The aim of this study is to investigate the primer periodontally seconder endodontic infected non-carious teeth with furcation defects, microbiologically, using polymerase chain reaction (PCR).
METHODS: The study included 24 molar teeth of 24 patients with primer periodontally seconder endodontic problems. Plaque and gingival indexes, pocket depths, furcation defect and mobility of each tooth were recorded. After isolation of the tooth, subgingival plaque samples and microbiological samples from the root canal were collected with the use of sterile paper points. DNA isolation and PCR analysis were performed according to manufacturer's instructions and special primers of T. forsythia, F. nucleatum, P. gingivalis, P. endodontalis, T. denticola, E. feacalisand A. actinomycetemcomitans were used.
RESULTS: The deepest and smallest pockets were 10 and 6mm, respectively. 75% of the teeth had Class 2 and 25% of teeth had Class 3 furcation defects. P.gingivalis, P.endodontalisand T. Denticola were detected in both pocket and root canal, significantly. There was a significant correlation between increasing the pocket dept and presence of the T. forsythia, F. nucleatum, P.gingivalis, P. endodontalisand T. denticolain subgingival plaque.
CONCLUSION: The success of periodontal and endodontic treatments is closely related to elimination of microorganisms. Within the limitations of this study, periodontal disease of teeth with Class 2 and Class 3 furcation defects leads to secondary endodontic infection. Endodontic treatment of these teeth can be achieved by the elimination of periodontal problems.

OLGU SUNUMU
6.
Hutchinson-Gilford Progeria Sendromu: Olgu Sunumu
Hutchinson-Gilford Progeria Syndrome: Case Report
Batu Can Yaman, Uğur Erdemir
doi: 10.5505/eudfd.2011.21931  Sayfalar 45 - 49
Hutchinson-Gilford Progeria Sendromu (HGPS) ilk defa 1886 yılında literatüre girmiştir. Hutchinson–Gilford Progeria Sendromu (HGPS) doğumdan sonra kısa sürede hızla yaşlanmaya sebep olan son derece nadir görülen genetik bir hastalıktır. Kısa bir yapı, belirgin göz çerçevesi, mikrognati, kraniyofasiyal oransızlık, ince bir ses, kuş yüzü görünümü, ateroskleroz ve kardiyovasküler bozukluklar ile karakterizedir. Diş ve çene yapısındaki bozukluklar, ince ve piramit şeklindeki göğüs kafesi, kısa distrofik klavikula da diğer ayırıcı özelliklerdendir. On yedi yaşında erkek hasta İstanbul Tıp Fakültesi (İTF) Pediatrik Endokrin Bilim dalından Progeria Sendromu tanısıyla genetik konsültasyonu yapılarak kliniğimize diş tedavilerinin yapılması amacıyla gönderildi. HGP Sendromuna sahip olan hasta hem radyografik olarak röntgenlerle hem de klinik olarak incelendi. Bu olgu sunumunda HGP Sendromuna sahip hastalarda tanı ve tedavi yöntemlerine ilişkin bilgiler verilmesi amaçlanmıştır.
Hutchinson-Gilford Progeria Syndrome (HGPS) was first documented in the medical literature in 1886. Hutchinson-Gilford Progeria Syndrome is a rare genetic disorder that causes premature, rapid aging shortly after birth. The characteristic features include short stature, prominent eyes, micrognathia, craniofacial disproportion, beaked nose, "plucked-bird" appearance, atherosclerosis, and cardiovascular disorders. Other clinical features include abnormal and delayed dentition, thin and pyriform thorax, and short dystrophic clavicula. A 17-years-old male patient with diagnosis of Progeria sent to our clinic for dental treatments by genetic consultation from Department of Pediatric Endocrine of Istanbul Faculty of Medicine. The patient is monitorized both clinically and radiographgically with features of highly suggestive HGPS. The characteristics of HGPS are also presented in this case with description of differential diagnosis, dental consideration.

7.
Sinus Maksillariste Yabancı Cisim
Foreign Body in the Maxillary Sinus
Candan Efeoğlu, Turgay Seçkin
doi: 10.5505/eudfd.2011.63835  Sayfalar 51 - 54
Posterior maksiller dişler genellikle sinus maksillaris tabanı ile temas halindedirler. Bazı bireylerde dişlerin apeksleri ile sinüs boşluğu arasında ince bir kortikal kemik tabakası veya tek başına sinüs mukozası bulunabilir. Bu yakın ilişki nedeniyle diş çekimini takiben oro-antral bir açıklık oluşabileceği gibi, tedavi edilmeyen olgularda kronik oro-antral fistül, maksiller sinüzit ve hatta ölçü maddelerinin sinüse kaçırılması bile söz konusu olabilir. Sinüs içindeki yabancı cisimler, maksiller sinüzite ve yabancı cisim reaksiyonuna yol açabilirler. Sinüs maksillaristeki bir yabancı cismin burun boşluğuna ve sinus ethmoidalise migrasyon gösterebileceği iyi bilinir. Bu olgu sunumunda, 45 yaşında bir erkek hastanın sinus maksillarisinde, rutin radyolojik tetkik sırasında saptanan ve ölçü maddesi olduğu anlaşılan büyükçe bir yabancı cisim bildirilmektedir. Yabancı cismin çıkarılması için kullanmış olduğumuz modifiye Caldwell-luc yöntemi, endikasyon ve avantajlarına ağırlık verilerek tartışılmıştır. Bu makalede kullanılan teknik, kemik flebinin kanlanmasını koruyarak, enfeksiyon riskini azaltmakta ve hızlı bir iyileşmeyi mümkün kılmaktadır. Peristeum saplı bir kemik flebi kullanarak sinus maksillarise ulaşmanın, basit ve hızlı uygulanabilir bir teknik olduğunu düşünüyoruz.
Posterior maxillary teeth are usually in contact with the sinus floor. In some individuals a thin layer of cortical bone or the antral mucosa alone may lie between the apices of the teeth and the sinus. This proximity may result in an oroantral communication after extractions and untreated cases may lead to a chronic oro-antral fistula, sinusitis and even accidental dislodgement of impression materials in to the antrum. Foreign bodies in the sinus can cause maxillary sinusitis and foreign body reactions. Migration of a foreign body from the maxillary sinus to the nasal cavity and ethmoid sinus is a well known possibility. A large mass of impression material as an incidental finding in the maxillary sinus of a 45 years old man is reported. A modified Caldwell-luc technique that we used for its removal is discussed with emphasis on its indications and benefits. The technique used in this report preserves the blood supply to the bone flap reducing the risk of infection and enabling a quick recovery. We believe that a bone flap pedicled on periosteum is an easy and rapid technique for access to the maxillary sinus.

LookUs & Online Makale